25 Şubat 2017 Cumartesi

Aklımda Deli Sorular / MİM


Sevgili Ece abla beni mimlemiş. Geç fark ettim ama büyük bir keyifle yazdım.

1)    Almaktan asla vazgeçmeyeceğin bir şey var mı?
Kitaplar ve çikolataJ Tatlı şeyleri çok seviyorum özellikle çikolatayı. Çikolatasız bir gün düşünemiyorum. Bir kitap kurdu olarak kitapları çok seviyorum. Sanırım bu ikisinden vazgeçemem.

2)   Büyük, kocaman bir acı hissetiniz mi?
Evet, birçok kezL İkizlerim prematüre doğdular ve doğumdan sonra onları yanımda göremeyince korkuyla karışık büyük bir acı hissettim ve bu kuvözden çıkana kadar devam etti.  Bir de babamı kaybettiğimde çocuktum ve çok acıdı içim.

3)   Altın günlerine dair korkunç bir anın var mı?
Korkunç bir anım yok bu günlere dair; ama hiç sevmezdim altın günlerini. Çünkü çok kalabalık olurdu. Gürültüye ve kalabalık yerlere gelemem ben, ruhum yorulur resmen. Altın günlerine dair sevdiğim tek  şey o gün için hazırlanan yemekler, pastalar ve tatlılar olurdu. Tabi kalmışsaJ

4)   Özel bir yeteneğin olsa ne olmasını isterdin?
Olağanüstü yeteneklerim olsun isterdim. Uçmayı isterdim mesela gökyüzünün maviliklerinde. Işınlanmayı isterdim; istediğim anda istediğim yerde olmayı. Zamanı durdurma ya da geri getirme gücüm olsun isterdim. Kötülükleri yok edebilmeyi isterdim.  

5)   “Etraf ne der” diye düşünmeden hareket edebilir misin?
Evet, bunu yapabildiğimi düşünüyorum.  Ailemin ve güvendiğim insanların görüşleri benim için önemli; ama hiç tanımadığım insanların ne dediği çoğu zaman umurumda değil. Daha doğrusu yaptığım işin doğru olduğunu düşünüyorsam, vicdanım rahatsa etrafın ne dediği önemli değil.

6)   Hangi mevsimi seversin?
Her mevsimi severim ben. Hepsinde bir güzellik bulurum. Biri yokken diğerini özlerim. Ama illa birini seç derseniz ilkbaharı seçerim. Ne yazık ki alerjik bir bünyem var ve hapşırmaktan bu mevsimin tadını çıkaramıyorum. İlkbahara en yakın mevsim benim için sonbahar. Sonbahar havasını ve manzarasını da çok severim; bu yüzden ilkbahar ve sonbahar mevsimleri diyebilirim.

7)   Blog yazmak sana ne kattı?
Henüz blog dünyasında yeni sayılırım.  Aslında bir senedir blog açma fikrim vardı. Ama hem doktora öğrencisi hem de çalışan bir anne olduğumdan blog da ekstra bir emek istediği için bu isteğimi bekletmiştim. Bir işi yapıyorsam hakkını vererek yapmak istiyorum. İhmal etmekten, yarıda bırakmaktan endişe ettim aslında. Blogumu ilk açtığım zamanlarda hiç takipçim yoktu. Umutsuzluğa kapıldım “hiç açmamalıydım belki de” diye düşünüp kendime kızdım. O sırada birkaç blog keşif etkinliği vardı ve bu şekilde takipçim olmaya başladı. Bir umutla yazmaya devam ettim. Burada güzel insanlar tanıyorum. İnsanların yazdıklarını okuması, yorum yazması, hatta görmeden birbirini sevmesi çok güzel bir şey.

8)   En sevdiğin dizi, film, animasyon ve kitap hangileri?
Film ve dizi repertuarım maalesef çok dar; çünkü televizyon izlemeyi sevmiyorum. Çocuklar doğduktan sonra sosyal hayatım çok azaldı. Sinemadan çok tiyatroya gitmeyi seviyorum. Pazar günü ailecek yaptığımız sinema keyfinde de genellikle animasyon filmleri izliyoruz. “Ters Yüz” ve “Buz Devri” en sevdiğimiz animasyon filmi. 
Eskiden izlediğim ve etkilendiğim filmler arasında “Esaretin Bedeli” var. Beni en uzun süre etkileyen film ise Hint yapımı bir film olan “Gajini”. Gajini, gerçekten muhteşem bir film.  Dizi olarak bazı haftalar ailece izlediğimiz “Baba candır” dizisi var. 
Kitaplar arasından birini seçmek benim için o kadar zor ki. Çünkü sevdiğim kitaplar çok fazla. Tekrar tekrar okuyup her seferinde ilk kez okuyormuşum gibi hissettiğim birkaç kitap söylesem (Reşat Nuri Güntekin’in Acımak ve Peyami Safa’nın Şimşek romanı) sanki diğer kitaplara daha az haksızlık yaparım gibi geliyor.

9)      Düşlediğin hayatı yaşayabildin mi?
Çocukken hayal kurardım ama büyüdükçe hayallerim azaldı. Çoğu zaman olgun ve gerçekçi bir insan oldum ben. O yüzden yaşayacağım hayatı çok da düşlemedim. İdeallerim, hedeflerim oldu. Tamamına olmasa da bir kısmına ulaştım. Yaşadığım hayat için de şükrediyorum her zaman.

10) Gece yarısı uyanıp sevdiğiniz birinin nefesini dinlediniz mi?
Evet. İkizlerim doğduğundan beri her gece kalkıp onların nefeslerini dinliyorum. Önceleri “Ben psikopata mı bağladım ne! Yaptığım normal bir şey mi acaba?” diye düşünüyordum. Ama sonra etrafımdaki insanlara sorunca birçok kişinin bunu yaptığını öğrendim. Bir öğretmen arkadaşım bana “ileride yaşın biraz ilerleyince eşinin nefesini de dinlemeye başlarsın” demişti. Şimdilik yapmıyorum ama ileride bilemiyorum tabi. Yapabilme ihtimalim var, diye düşünüyorum.

         Beni mimleyen ve bana bu fırsatı veren sevgili Ece ablama teşekkür ediyorum. Keyifle yazdım. Sanırım birçok bloger arkadaşım yaptı. Ama yapmayan varsa hiç durmasın derim. Keyifli okumalar. Başka bir yazıya kadar kalın sağlıcakla.

16 Şubat 2017 Perşembe

Kuşlar Yasına Gider


Hasan Ali Toptaş'ın Everest Yayınlarından çıkan “Kuşlar Yasına Gider” romanını okudum. Kitap ilk sayfalarında “baba-oğul arasındaki ilişkiyi anlatan bir kitap” gibi düşündürse de ilerleyen sayfalarda aslında adım adım gelen bir ölümden bahsedildiğini anlıyorsunuz. Her ne kadar kitabın sonunu tahmin etseniz de hiç sıkılmadan 248 sayfayı bir çırpıda okuyuveriyorsunuz.  

Bu kitapta neler mi var? Neler yok ki! Baba, anne ve çocuklar arasındaki güçlü bağ, akrabalık, komşuluk, çaresizlik içinde bir çare arayışı, yaşlılık, yardımlaşma, alın teri, hak yememek, her şeyin elimizdeyken kıymetini bilmek…  

Bu roman, Hasan Ali Toptaş'ın okuduğum ilk romanı.  Yazar Türkçeyi o kadar güzel kullanmış ki. Çok güçlü, akıcı ve sade bir dili var. Betimlemeleri ise harika. Kitabın edebi bir değeri var.  

“Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” sözü kitabın en vurucu, en tesirli cümlesi diyebilirim. Hani kültürümüzde babalar dağa benzetilir.  Dağ gibi yüce, güçlü, arkanızı yaslarsınız her zaman. Dimdik ayaktadır; ama bir o kadar da ulaşılmazdır. Kitapta baba (Aziz Bey) sürekli dağlara bakar. Yazar(oğul) Ankara-Denizli arasında gidip gelirken dağların arasından geçer. Bu yolculuk sırasında da birçok türkü dinler. Kitabı okurken bilmediğim ne kadar çok türkü varmış dedim. Kitabın ismi de “Bu dağlar kömürdendir” türküsünden geliyor.

Kitapta yazarı yolculukları sırasında takip eden bir at var ki sonradan onun “ecel atı” olduğunu anlıyoruz. Bir de sadece yazara görünüp bir müddet sonra gözden kaybolan beyaz gömlekli bir çocuk var. “At ve beyaz gömlekli çocuk” motifi romana adeta esrarengiz bir hava veriyor, merak unsuru oluşturuyor.

Ben bu kitaptan çok etkilendim. Bazı kısımları gözlerim dolu dolu okudum bazı kısımlarda gözyaşlarımı tutamadım.  En kısa zamanda yazarın diğer kitaplarını da alıp okumak istiyorum.

 Bu kitabı okuyan var mı ya da yazarın diğer kitaplarını okudunuz mu? Okuduysanız yorumlarınızı öğrenmekten mutluluk duyarım. Okumadıysanız da en kısa zamanda okuyun derim. Sağlıcakla kalın, mavi kalınJ



Bu dağlar kömürdendir
Geçen gün ömürdendir
Feleğin bir guşu var
Pençesi demirdendir

Bu yol Pasine gider
Döner tersine gider
Şurda bir garip ölmüş
Kuşlar yasına gider

Hadi leyli leylanı
Mevlam yazmış fermanı
Ya al canım gurtulam
Ya ver derdim dermanı

8 Şubat 2017 Çarşamba

Levent İz Peşinde

“Levent İz Peşinde” bu sene kitap fuarında çocuklar için aldığımız kitaplardan biri. Timaş çocuk yayınlarından çıkan kitap Mustafa Orakçı tarafından kaleme alınmış. Kitabın kahramanı Levent adında bir çocuk. Maceracı ve komik bir çocuk olan Levent ve arkadaşlarının başından geçen olayları anlatan kitap oldukça sürükleyici.

       “Levent İz Peşinde” seri şeklinde yazılmış 5 kitaptan oluşuyor. Her seride Levent ve arkadaşları, bir sorunu iş birliği içinde çözüyor. Dokuz yaş üstü çocuklara hitap eden kitap arkadaşlık, güven, saygı, sevgi gibi değerleri de öğretiyor. Kitaptaki çizimler de oldukça eğlenceli. Bu seriyi çocuklar çok sevmiş olmalı ki yazar “Levent İz Peşinde 2” ve “Levent İz Peşinde 3” adıyla bu serinin devamını da yazmış.

         İz peşinde serisinin yanında “Levent Türkiye'yi Geziyor” serisi de var. Bu seride Gaziantep, Diyarbakır, Erzurum, Trabzon gibi Türkiye’nin her yanından şehirler doğal güzellikleri, kültürü ve tarihi eserleriyle eğlenceli bir şekilde anlatılıyor.

Bu kitap erkek çocuklar için daha uygun derseniz eğer, bir de kız çocukları için hazırlanan bir seri var:  “Şirin” serisi. Yine Timaş çocuktan çıkan bu serinin yazarı Birsen Ekim Özen. “Şirin “İş başında,  Şirin İstanbul'u Geziyorum, Şirin Kendimi Durduramıyorum” adıyla üç seriden oluşan kitap, rengârenk ve eğlenceli çizimleri, maceralı ve komik olaylarıyla çocukların ilgisini çekecek türden.

Çocuklar, Levent serisini çok hızlı ve mutlu bir şekilde okudular. Okumaktan pek keyif almayan çocukların bile bu kitabı seveceğini düşünüyorum. Çünkü hem heyecanlı hem sürükleyici hem eğlenceli. Bu tarz kitaplardan hoşlanan çocuklarınız varsa hiç kaçırmayın derim.


1 Şubat 2017 Çarşamba

Çocukluğa Dair

“Çocuk olsam yeniden,
Bir tek düştüğüm için acısa içim,
Ve kalbim çok koştuğum zaman çarpsa sadece…” Cemal Süreya

Bu aralar çocukken sevdiğim, çocukluğumun hatırası olan eşyalar beni mutlu eder oldu.  Hatırlıyorum da çocukken üstünde kırmızı kalpler olan bir tahta tarağım vardı. O zamanlar belimde olan saçlarımı bu tarakla taramaya bayılırdım. Bakkala gidip çokomel almak bizim için büyük bir mutluluktu. Parka gitmek, salıncakta sallanmak, pamuk şeker yemek, ramazan ayında pide kuyruğu beklemek, soba üstünde kestane pişirmek, evde eskimo yapmak, oralet içmek, televizyonda susam sokağını, Hugo ve Tolga abiyi izlemek, sokakta evcilik oynamak, lastik atlamak ve akşam ezanı okununca eve dönmek çocukluğuma dair hatırladıklarımdan bazıları.
 Çocukluk, hayatımızdaki en önemli dönem. Çünkü çocukken yaşadığımız şeyler ileriki yaşantımızda kişiliğimizi oluşturuyor. Hatırlar mısınız “Çocuklar duymasın” dizisinde psikolog Sinan karakteri vardı. Haluk’un davranışlarının sebebini anlamak için sürekli “çocukluğuna inmek lazım” derdi.
Bizler farkında olmadan çocuklarımızda izler bırakıyoruz ve yıllar sonra yetişkin olduklarında bu birçok davranışın sebebi oluyor. Bir kitapta “hayattan yorulan, zorlu süreçler geçiren insanlar çocukluğuna dair bir şeyler bulup kendilerini iyileştirmeye, sağaltım yapmaya çalışırlar” yazıyordu. Bir nevi terapi gibi yani.  Bu bilgi kesin midir bilmiyorum; ama doğruluk payı vardır diye düşünüyorum.  Çünkü gerçekten çocukken yaşadıklarımız silinmeyen izler bırakıyor üzerimizde.  Belki de bu yüzden bir yanımız hep çocuk kalıyor.
 Ben bu aralar “Keşke yeniden çocuk olsam” diyorum.  Tekrar çocuk olamayacağımı bildiğim için de çocuklarımla daha çok vakit geçirmeye, onlara kendi çocukluğumu anlatmaya ve onlar için güzel anılar biriktirmeye çalışıyorum. Tamam, itiraf ediyorum markete girdiğimde önce çokomel alıyorum. Parkta çocuklarıma pamuk şeker alırken kendime de alıyorum. Ha, bir de parkta kimsecikler yoksa salıncakta sallandığım da doğrudur ;)

 Peki ya güzel dostlar, sizin çocukluğunuza dair unutamadığınız anlar, anılar neler?  Bu aralar aranızda benim gibi çocukluğunu özleyen var mı?