26 Ağustos 2017 Cumartesi

Trukid Sunny Days Güneş Koruyucu

    Yaz mevsiminin vazgeçilmezlerinden biri olan güneş koruyuculara en çok da daha savunmasız olan çocukların ihtiyacı var. Birkaç senedir çocuklar için farklı güneş koruyucuları denedim ve en çok trukid sunny days güneş kreminden memnun kaldım. Üç senedir de kullanmaya devam ediyorum.
   Trukid sunny days güneş losyonunun SPF 30 koruyuculuğu var. Hem yüz hem de vücut için kullanılabiliyor. Bu güneş koruyucunun tek olumsuz tarafı sürülmesi çok da kolay değil.  Yapısı krem gibi fakat iyice yedirmezseniz bir beyazlık kalıyor ciltte. Bu yüzden  iyice yedirilmesi gerekiyor. Koruyuculuğu gayet iyi ve en güzel tarafı da içeriğinin tamamen doğal olması. Trukidin içeriğinde paraben, fitalat, gluten, Sls, dioxane  yok.  Güneşe çıkmadan 15 dk önce sürüyoruz. Benim için öncelikli olan içeriğinin temiz olması. Ben dermoeczanemden almıştım.
 https://www.dermoeczanem.com/
   Çocuğunuz  için gönül rahatlığıyla içinize sinerek kullanabileceğiniz bir güneş koruyucu arıyorsanız tavsiye ederim.

24 Ağustos 2017 Perşembe

Yeniden Merhaba

    Uzun  bir aradan sonra blogumdayım. Tekrar burada olduğum için çok mutluyum. Hani insan evinden bir müddet ayrı kalıp tekrar evine döndüğünde "oh çok şükür insanın evi gibisi yok" der ya. İşte ben de şuan o duygularla yazıyorum. Çok şükür tekrar evimde yani blogumdayım.
    Doktora  tezimle ilgili sıkıntılar vardı ve sürem çok az kalmıştı bu yüzden sıkı bir çalışma dönemine girmem gerekiyordu. Gerçekten çok sıktım kendimi elimden geleni yapmaya çalıştım. Çok şükür ki TİK'i başarıyla geçtim. Bundan sonra altı aylık sürelerle tezi bitirene kadar TİK'e girip başarılı olmam gerekiyor. Yani ara ara blogumdan uzak kalmam gerekebilir.
    Aslında bu yazıyı iki hafta önce yazacaktım ama yaylada olduğum için bilgisayar yoktu. Şu anda da yok ama daha fazla bekleyemediğim için telefondan yazıyorum.  Bugün blogumu ilk açtığım gün kadar heyecanlıyım. Bu süreçte yorumlarıyla bana destek olan siz güzel dostlarıma tek tek çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.
    Yeniden merhaba!

19 Nisan 2017 Çarşamba

Güzel Dostlara

Merhaba!

Bu aralar yazamıyorum bloga.  Hatta bırakın yazmayı giremiyorum bileL  Çünkü doktora tezim için tez komitesine tezimi sunmam gerekiyor.  Yani kısacası yoğunlaşarak çalışmam gerekiyor. Hem anne hem eş hem çalışan bir kadın hem doktora öğrencisi olarak  zamanı yetiştiremiyorum ve çok zorlanıyorumL  Çalışmasam içim rahat değil, bloga yazmasam içim rahat değil.  Ne yapacağımı bilemedim.  Sonra şöyle düşündüm.

Madem biz blog yazarları bir aile gibiyiz ve birbirimize destek olacağız. Ben de böyle sesiz bir şekilde ortadan kaybolmaktansa sebebini yazmayı tercih ettim.  Çok zorlu bir jürinin karşısına çıkacağım ve ister istemez strese giriyorum. Birden fazla sorumluluğum da olunca bu stres daha da katlanıyor haliyle.  “Ya nasip” deyip çıktığım bu yolda yine “ya nasip” deyip elimden geleni yapmaya çalışacağım.

Sonuç ne olur bilmiyorum; ama umarım iyi bir sonuçla ve gönül rahatlığıyla dönerim buralara. Dualarınızı bekliyorum güzel dostlar. Haydi, kalın sağlıcakla!

7 Nisan 2017 Cuma

Evvel Zaman İçinde

“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmaz akışında”  A. Hamdi Tanpınar

Bu aralar zamanın hızına yetişemiyorum, su gibi akıp geçiyor.

Oysa “Evvel zaman içinde …” diye başlamıştı her şey.

Çocukken zaman dediğimiz şey ne kadar da cömertti. Hep aynıydı, eksilmiyordu. Belki de bu yüzden hemen büyümek istiyorduk.

Sonra zamanla değişti her şey.  Geçti günler, haftalar… Hayallerimizle süsledik zamanı.

Gel zaman git zaman, büyü bozuldu. Durdurmayı istedik zamanı. 

Şimdilerde zamanla yarışır olduk.  

Zaman bize inat durmadan ilerliyor. 

Biz ise; bazen zaman kolluyor, bazen zaman kazanıyoruz.  

Bazen zaman öldürüyor, bazen de kendimize zaman veriyoruz. 

Hatta zaman bize uymazsa biz zamana uyuyoruz.

Ha bir de “zaman her şeyin ilacı” diyoruz. 

Kaç zamandır,

Zaman tanıyorum kendime,

Çabucak geçmesini mi, durmasını mı istiyorum diye zamanın.

Zamanı çözemedim ben. Sanki girift bir bilmece.

Söyleyin a dostlar!

İçinde miyiz yoksa dışında mıyız zamanın?

Zaman dönüp duran bir çember mi etrafında döndüğümüz?

Zaman bir kara delik de yavaş yavaş içine mi çekiliyoruz?

Yoksa. Yoksa zamanda kayıp mı oluyoruz gitgide…

Eğer öyleyse,

Zamanımız dolmadan, sevdiklerimizin kıymetini bilmek dileğiyle…



29 Mart 2017 Çarşamba

Mim/ Sizce Mutluluk Nedir?

Merhaba!

“Her Çocuk Yeni Bir Dünya” bloğunun sahibesi sevgili Betül Yaşar güzel bir mim başlatmış ve herkesi davet etmiş. Mim “sizce mutluluk nedir?” şeklinde tek soruluk bir mim. Çok şükür ki küçük şeylerden mutlu olabilen bir insanım. Ben de bu mim hakkında bir şeyler yazmak istedim.

Mutluluk,

Bir anne için çocuğunun ilk gülücüklerini, ilk kelimelerini duymaktır. İlk adımlarının heyecanına şahit olmaktır.

Sevenler için sevdiğinden alınan bir çiçektir, sadakattir.

Uzun bir seyahatten sonra evine döndüğünde “evim gibisi yok “demektir.

Temizlik yaptıktan sonra bir köşeye çekilip etrafı seyretmektir.

Son anda otobüse yetişmektir.

Bitirilen bir örgü, sıcak bir çorbadır bazen.

Gökyüzünün mavisiyle denizlerin mavisi arasında derin bir nefes almaktır.


Mevsimlerin değişimini ağaçlardan izlemek,

Açan çiçekte baharı görmektir,

Hastalıktan sonra iyileşmek,

Sabrın sonundaki selamettir,

Yardım etmektir,

İyilik yapmaktır,

Gönüllerde olmaktır,

Emektir,

Vefadır,

Beklediklerin,

Başardıkların,

Umutlarındır.

Her sabah uyandığında  “Bir fırsat daha verildi” diye düşünüp şükretmektir.

Her daim mutlu olmanız dileğiyle

27 Mart 2017 Pazartesi

Sansiro Pure Selection

Merhaba!
İçim sıkıldığı zaman, kafam meşgul olup biraz umutsuzluğa düştüğümde parfümlere falan merak sararım ben. Şimdiki ruh halim de biraz inişli çıkışlı olduğundan mıdır nedir nicedir dikkatimi çeken, alsam mı diye düşünüp bir türlü cesaret edemediğim vücut spreyini aldım nihayet. Daha önce bayan şekerr bloğunun sahibesi Betül Fidan blogunda yazmıştı. Ben de onun olumlu yorumlarını görünce almaya karar verdim. İyi ki de almışım. Çok sevdim gerçekten.

Sansiro vücut spreyinin farklı koku seçenekleri mevcut. Ben üç tanesini deneme fırsatı buldum. Diğerlerinin numuneleri yoktu maalesef. Denediklerim içinde de en çok "pure selection" olanını sevdim. İçinde kırmızı erik, frezya ve sarı papatya notaları var. Şekerli değil tatlı bir koku. Bu tatlılık insanı baymıyor; aksine rahatlatıyor, huzur veriyor.  Hafif kokuları sevenler tercih edebilir. Hatta ben kokusunu bigbabol sakız kokusuna benzetiyorum biraz. Bahara çok yakışan bir koku. Rüzgârda burnuma geldikçe daha çok hoşuma gidiyor kokusu.

150 ml.lik şişelerde satılıyor. Bence oldukça bereketli. Kalıcılığı orta, gün içinde tazelemek gerekebilir. Kıyafetin üstünde de denedim iz bırakamıyor. Hatta kıyafette daha da kalıcı oluyor. Fiyatı da gayet uygun. Ben 5.90 TL gibi bir fiyata aldım.


Bu aralar benim gibi kokulara merak saranlara, bahara uygun vücut spreyi arayanlara ve hafif kokuları sevenlere tavsiye edilir efendim. Güzellikle kalın, mutlu kalın.

21 Mart 2017 Salı

BİDİGAGO


Bu sene keşfettiğimiz bir kitap Bidigago. Kitapta ilgimi çeken ilk şey kitabın adıydı. “Nasıl bir kitap acaba?” diye elime aldığımda sıra dışı bir kitapla karşılaştığımı fark ettim.

Çocukların yaratıcı zekâlarını kullanmaya ve geliştirmeye yönelik hazırlanan kitapta birçok eğlenceli aktivite var. Hani biz yetişkinler büyüdükçe çocukken sahip olduğumuz bakış açısını yavaş yavaş kaybedip standartlaşıyoruz ya işte bu kitap o standart kalıpları yıkan bir kitap bence.

Bir yavru deve -  anne deve hikâyesi var, belki bilirsiniz.

Yavru deve annesine sormuş:
-Anne niye bizim toynaklarımız var?
Annesi cevap vermiş:
-Çölde kuma batmamak için.
Yavru deve tekrar sormuş:
-Peki kirpiklerim niye bu kadar gür?
Annesi cevap vermiş:
-Çölde kum fırtınalarında kum kaçmasın diye.
Yavru deve bir soru daha sormuş:
-Bizim niye hörgücümüz var:
Anne deve sabırla yanıtlamış:
-Çölde susuz kalmamak için.
Yavru deve sonunda dayanamayıp:
-Peki, anne o zaman hayvanat bahçesinde ne işimiz var? demiş.

Maalesef bizim eğitim sistemimiz, çocukların yaratıcı zekâlarını geliştirmekten çok ezberciliğe iten bir sistem. Bütün çocuklar aynıymış gibi kabul ediyoruz ve bir süre sonra tek düze bir öğrenci profili ortaya çıkıyor. Bu yüzden böyle alışılmışın dışında ve yaratıcı zekâyı geliştirmeye yönelik kitaplara ihtiyaç var.

Eda Albayrak’ın yazdığı Abm yayınlarından çıkan kitap 7 yaş ve üstü için önerilse de bence çocuklar kadar yetişkinlere de hitap ediyor. Ayrıca çocuğuyla vakit geçirmek isteyen annelere, çocukluğundaki bakış açısını yeniden yakalamak isteyenlere ve öğretmenlere de bu kitabı tavsiye ediyorum. Bu arada kitabı okurken yanınıza bir kâğıt ve kalem almayı unutmayın. 

12 Mart 2017 Pazar

Çocuklar Mutfakta Mutlular


Mutfağı severim ben. Çok becerikli değilim; ama mutfakta vakit geçirmeye, yeni tarifler denemeye bayılırım. Çocuklarımın da mutfağa girmesinden memnun olurum. Ben küçükken, annem bizi mutfağa girdirmezdi. Çocuklar mutfakta olmaz derdi. Bir de salona giremezdik. Çünkü salon misafir gelirse diye her daim temiz ve düzenli olmalıydı. Hatta hatırlıyorum da bazen biz girmeyelim diye salonun kapısını kilitlerlerdi. Ama sanırım o zaman tüm anneler öyleydi.

         Günümüzde anneler biraz daha farklı düşünüyor. En azından benim çevremde bu konuda farklı düşünen anneler var. Bir kısmı çocuğunu kesinlikle mutfağa girdirmiyor. Bir kısmı da “Erkek çocuğunun mutfakta ne işi var? Kız mı bu? Erkek çocuğu mutfakta olmaz” diyor. Bir kısmı benim gibi çocukların hem el kasları gelişiyor hem de birlikte kaliteli vakit geçirmiş oluyoruz diye düşünüyor.

“Çocuklar mutfakta olunca mutfak darmadağın oluyor” diyenler de var. Bak bu konuda haklılar. Dökülenler, saçılanlar, bulaşıklar… Bunların temizliği gerçekten zor oluyor. Hele ki benim gibi ikiz erkek çocuklarınız varsa ve mutfağa girmişlerse siz düşünün artık. Çünkü bazen kurabiye yaparken bile kavga edebiliyorlar. Sonuç: Savaştan çıkmış gibi bir mutfak. Böyle durumlarda sakin kalabilmek çok zor oluyor, doğru. Ama bir düşünsene çok hızlı büyüyorlar ve bir daha bu günler geri gelmeyecek. Varsın batsın mutfak, temizlenir. Dökülsün silinir, kırılsın alınır yenisi. Canları sağ olsun yeter ki.

         Bence çocuğunuz mutfağı seviyorsa, mutfakta olmaktan mutluysa, biraz hevesliyse fırsat verin ona.  Neler mi yapabilirsiniz?

İlk önce mutfak önlüğünü geçirin üstüne. Çok işe yarıyor bak, acayip havaya giriyorlar.

         “Kemal Usta, Cemal Usta, Şefim” gibi hitaplarda bulunun. Yüzlerindeki tebessüme şahit olacaksınız.

 Yaparken kameraya alabilirsin. Sonra kendisini izlemekten çok mutlu oluyor emin ol.

         Yaptıklarının, yani onun eserinin fotoğrafını çekebilirsin.  Gelen misafirlere kendi yaptıklarının fotoğrafını göstermeye bayılıyorlar.

         En son süsleme işini ona bırakın ortalık biraz batıyor ama sonuca siz bile inanamayacaksınız.

 Yaptığı kek, kurabiye, ne ise yerken ona övgülerde bulunun. “Hayatımda yediğim en güzel kek”.  “Ben tek yapınca böyle güzel olmuyor bu kurabiyeler. Değil mi babası?” diyerek babadan da övgülere destek alabilirsiniz;)

         Çocuklarla birlikte mutfakta olmayı seviyorum; çünkü fark ediyorum ki çocuklar mutfakta çok mutlu. Biz birazdan kurabiye yapmaya mutfağa gideceğiz. Siz hala oturma odasında mısınız yoksa? Çocuklar önlüklerini taktılar bile. Beni bekliyorlar. Haydi, kalın sağlıcakla.



4 Mart 2017 Cumartesi

HERKESLEŞME - Tunç İlkman


Bu kitabı fuardan almıştım. Alırken kitap hakkında bilgim yoktu. Kapağı, rengi ve ismi ilgimi çekti ve almaya karar verdim. Kitabın arkasını okuduğumda herhalde bir aşk romanı diye düşündüm; ancak kitabı okumaya başladıktan sonra aslında öyle olmadığını gördüm.

         Kitabı yorumlamak benim için zor oldu gerçekten; çünkü hem olumlu hem olumsuz etkisi oldu üstümde. Kitabın dili sade ve oldukça sürükleyici bir kitap. Edebi anlamda ise eksikleri var kitabın. Fakat kitap için kötü de diyemem. Yazarın ilk kitabıymış bu, diğer kitaplarda edebi açıdan daha iyi seviyeye gelebilir diye düşünüyorum.

Kitabın kahramanı Ömer adında bir genç. Ömer'in herkesten farklı bir kişiliği var. Âşık olduğu Zeynep’ten ayrılmasından ve babasını kaybettikten sonra yaşamına son vermek ister. Sonrasında gelişen olaylar olur. Aslında kitapta baştan sona kadar Ömer'deki değişimi görüyoruz. Kendisini herkesten farklı gören Ömer'in herkesleştiği bir süreci anlatıyor kitap. Kitabı okurken farklı duygular hissettim. Bazen Ömer’e acıdım, bazen ona yardım etmek istedim, bazen onun için üzüldüm; kitabın sonunda ise ne bileyim ondan çok uzaklaştım belki de nefret ettim. Neyse daha fazla yazmayayım ki kitabın sihri bozulmasın.

Kitapta betimlemelerden çok psikolojik tahlillere yer verilmiş. Okuyucuyla sohbet ediyor gibi yazılmış. Aslında sohbet ediyor gibi yazılmasındaki amaç olaylara sizi de müdahil etmekmiş; yani ben sonunda böyle düşündüm.

 Yalnız itiraf etmeliyim ki sonunu tahmin edemediğim ilk kitap.  Ben okuduğum kitapların sonunu en azından kısmen tahmin ederdim; ama bunda öyle olmadı.  Yazar kitabın sonunda okuyucuya resmen ters köşe yapıyor.

 Kitabı tavsiye ediyor muyum? Eğer bir kitap kurduysanız, kitaplığınızda olsun derim. Ya da farklı kitaplar arıyorsanız, çarpıcı bir son istiyorsanız, okuyun derim. Ama yine de kitabın bıraktığı etki kişiye göre değişecektir.


Aranızda bu kitabı okuyan var mı? Bu kitap sizde nasıl bir etki bıraktı ? Yorumlarınızı merakla bekliyorum. 

25 Şubat 2017 Cumartesi

Aklımda Deli Sorular / MİM


Sevgili Ece abla beni mimlemiş. Geç fark ettim ama büyük bir keyifle yazdım.

1)    Almaktan asla vazgeçmeyeceğin bir şey var mı?
Kitaplar ve çikolataJ Tatlı şeyleri çok seviyorum özellikle çikolatayı. Çikolatasız bir gün düşünemiyorum. Bir kitap kurdu olarak kitapları çok seviyorum. Sanırım bu ikisinden vazgeçemem.

2)   Büyük, kocaman bir acı hissetiniz mi?
Evet, birçok kezL İkizlerim prematüre doğdular ve doğumdan sonra onları yanımda göremeyince korkuyla karışık büyük bir acı hissettim ve bu kuvözden çıkana kadar devam etti.  Bir de babamı kaybettiğimde çocuktum ve çok acıdı içim.

3)   Altın günlerine dair korkunç bir anın var mı?
Korkunç bir anım yok bu günlere dair; ama hiç sevmezdim altın günlerini. Çünkü çok kalabalık olurdu. Gürültüye ve kalabalık yerlere gelemem ben, ruhum yorulur resmen. Altın günlerine dair sevdiğim tek  şey o gün için hazırlanan yemekler, pastalar ve tatlılar olurdu. Tabi kalmışsaJ

4)   Özel bir yeteneğin olsa ne olmasını isterdin?
Olağanüstü yeteneklerim olsun isterdim. Uçmayı isterdim mesela gökyüzünün maviliklerinde. Işınlanmayı isterdim; istediğim anda istediğim yerde olmayı. Zamanı durdurma ya da geri getirme gücüm olsun isterdim. Kötülükleri yok edebilmeyi isterdim.  

5)   “Etraf ne der” diye düşünmeden hareket edebilir misin?
Evet, bunu yapabildiğimi düşünüyorum.  Ailemin ve güvendiğim insanların görüşleri benim için önemli; ama hiç tanımadığım insanların ne dediği çoğu zaman umurumda değil. Daha doğrusu yaptığım işin doğru olduğunu düşünüyorsam, vicdanım rahatsa etrafın ne dediği önemli değil.

6)   Hangi mevsimi seversin?
Her mevsimi severim ben. Hepsinde bir güzellik bulurum. Biri yokken diğerini özlerim. Ama illa birini seç derseniz ilkbaharı seçerim. Ne yazık ki alerjik bir bünyem var ve hapşırmaktan bu mevsimin tadını çıkaramıyorum. İlkbahara en yakın mevsim benim için sonbahar. Sonbahar havasını ve manzarasını da çok severim; bu yüzden ilkbahar ve sonbahar mevsimleri diyebilirim.

7)   Blog yazmak sana ne kattı?
Henüz blog dünyasında yeni sayılırım.  Aslında bir senedir blog açma fikrim vardı. Ama hem doktora öğrencisi hem de çalışan bir anne olduğumdan blog da ekstra bir emek istediği için bu isteğimi bekletmiştim. Bir işi yapıyorsam hakkını vererek yapmak istiyorum. İhmal etmekten, yarıda bırakmaktan endişe ettim aslında. Blogumu ilk açtığım zamanlarda hiç takipçim yoktu. Umutsuzluğa kapıldım “hiç açmamalıydım belki de” diye düşünüp kendime kızdım. O sırada birkaç blog keşif etkinliği vardı ve bu şekilde takipçim olmaya başladı. Bir umutla yazmaya devam ettim. Burada güzel insanlar tanıyorum. İnsanların yazdıklarını okuması, yorum yazması, hatta görmeden birbirini sevmesi çok güzel bir şey.

8)   En sevdiğin dizi, film, animasyon ve kitap hangileri?
Film ve dizi repertuarım maalesef çok dar; çünkü televizyon izlemeyi sevmiyorum. Çocuklar doğduktan sonra sosyal hayatım çok azaldı. Sinemadan çok tiyatroya gitmeyi seviyorum. Pazar günü ailecek yaptığımız sinema keyfinde de genellikle animasyon filmleri izliyoruz. “Ters Yüz” ve “Buz Devri” en sevdiğimiz animasyon filmi. 
Eskiden izlediğim ve etkilendiğim filmler arasında “Esaretin Bedeli” var. Beni en uzun süre etkileyen film ise Hint yapımı bir film olan “Gajini”. Gajini, gerçekten muhteşem bir film.  Dizi olarak bazı haftalar ailece izlediğimiz “Baba candır” dizisi var. 
Kitaplar arasından birini seçmek benim için o kadar zor ki. Çünkü sevdiğim kitaplar çok fazla. Tekrar tekrar okuyup her seferinde ilk kez okuyormuşum gibi hissettiğim birkaç kitap söylesem (Reşat Nuri Güntekin’in Acımak ve Peyami Safa’nın Şimşek romanı) sanki diğer kitaplara daha az haksızlık yaparım gibi geliyor.

9)      Düşlediğin hayatı yaşayabildin mi?
Çocukken hayal kurardım ama büyüdükçe hayallerim azaldı. Çoğu zaman olgun ve gerçekçi bir insan oldum ben. O yüzden yaşayacağım hayatı çok da düşlemedim. İdeallerim, hedeflerim oldu. Tamamına olmasa da bir kısmına ulaştım. Yaşadığım hayat için de şükrediyorum her zaman.

10) Gece yarısı uyanıp sevdiğiniz birinin nefesini dinlediniz mi?
Evet. İkizlerim doğduğundan beri her gece kalkıp onların nefeslerini dinliyorum. Önceleri “Ben psikopata mı bağladım ne! Yaptığım normal bir şey mi acaba?” diye düşünüyordum. Ama sonra etrafımdaki insanlara sorunca birçok kişinin bunu yaptığını öğrendim. Bir öğretmen arkadaşım bana “ileride yaşın biraz ilerleyince eşinin nefesini de dinlemeye başlarsın” demişti. Şimdilik yapmıyorum ama ileride bilemiyorum tabi. Yapabilme ihtimalim var, diye düşünüyorum.

         Beni mimleyen ve bana bu fırsatı veren sevgili Ece ablama teşekkür ediyorum. Keyifle yazdım. Sanırım birçok bloger arkadaşım yaptı. Ama yapmayan varsa hiç durmasın derim. Keyifli okumalar. Başka bir yazıya kadar kalın sağlıcakla.

16 Şubat 2017 Perşembe

Kuşlar Yasına Gider


Hasan Ali Toptaş'ın Everest Yayınlarından çıkan “Kuşlar Yasına Gider” romanını okudum. Kitap ilk sayfalarında “baba-oğul arasındaki ilişkiyi anlatan bir kitap” gibi düşündürse de ilerleyen sayfalarda aslında adım adım gelen bir ölümden bahsedildiğini anlıyorsunuz. Her ne kadar kitabın sonunu tahmin etseniz de hiç sıkılmadan 248 sayfayı bir çırpıda okuyuveriyorsunuz.  

Bu kitapta neler mi var? Neler yok ki! Baba, anne ve çocuklar arasındaki güçlü bağ, akrabalık, komşuluk, çaresizlik içinde bir çare arayışı, yaşlılık, yardımlaşma, alın teri, hak yememek, her şeyin elimizdeyken kıymetini bilmek…  

Bu roman, Hasan Ali Toptaş'ın okuduğum ilk romanı.  Yazar Türkçeyi o kadar güzel kullanmış ki. Çok güçlü, akıcı ve sade bir dili var. Betimlemeleri ise harika. Kitabın edebi bir değeri var.  

“Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” sözü kitabın en vurucu, en tesirli cümlesi diyebilirim. Hani kültürümüzde babalar dağa benzetilir.  Dağ gibi yüce, güçlü, arkanızı yaslarsınız her zaman. Dimdik ayaktadır; ama bir o kadar da ulaşılmazdır. Kitapta baba (Aziz Bey) sürekli dağlara bakar. Yazar(oğul) Ankara-Denizli arasında gidip gelirken dağların arasından geçer. Bu yolculuk sırasında da birçok türkü dinler. Kitabı okurken bilmediğim ne kadar çok türkü varmış dedim. Kitabın ismi de “Bu dağlar kömürdendir” türküsünden geliyor.

Kitapta yazarı yolculukları sırasında takip eden bir at var ki sonradan onun “ecel atı” olduğunu anlıyoruz. Bir de sadece yazara görünüp bir müddet sonra gözden kaybolan beyaz gömlekli bir çocuk var. “At ve beyaz gömlekli çocuk” motifi romana adeta esrarengiz bir hava veriyor, merak unsuru oluşturuyor.

Ben bu kitaptan çok etkilendim. Bazı kısımları gözlerim dolu dolu okudum bazı kısımlarda gözyaşlarımı tutamadım.  En kısa zamanda yazarın diğer kitaplarını da alıp okumak istiyorum.

 Bu kitabı okuyan var mı ya da yazarın diğer kitaplarını okudunuz mu? Okuduysanız yorumlarınızı öğrenmekten mutluluk duyarım. Okumadıysanız da en kısa zamanda okuyun derim. Sağlıcakla kalın, mavi kalınJ



Bu dağlar kömürdendir
Geçen gün ömürdendir
Feleğin bir guşu var
Pençesi demirdendir

Bu yol Pasine gider
Döner tersine gider
Şurda bir garip ölmüş
Kuşlar yasına gider

Hadi leyli leylanı
Mevlam yazmış fermanı
Ya al canım gurtulam
Ya ver derdim dermanı

8 Şubat 2017 Çarşamba

Levent İz Peşinde

“Levent İz Peşinde” bu sene kitap fuarında çocuklar için aldığımız kitaplardan biri. Timaş çocuk yayınlarından çıkan kitap Mustafa Orakçı tarafından kaleme alınmış. Kitabın kahramanı Levent adında bir çocuk. Maceracı ve komik bir çocuk olan Levent ve arkadaşlarının başından geçen olayları anlatan kitap oldukça sürükleyici.

       “Levent İz Peşinde” seri şeklinde yazılmış 5 kitaptan oluşuyor. Her seride Levent ve arkadaşları, bir sorunu iş birliği içinde çözüyor. Dokuz yaş üstü çocuklara hitap eden kitap arkadaşlık, güven, saygı, sevgi gibi değerleri de öğretiyor. Kitaptaki çizimler de oldukça eğlenceli. Bu seriyi çocuklar çok sevmiş olmalı ki yazar “Levent İz Peşinde 2” ve “Levent İz Peşinde 3” adıyla bu serinin devamını da yazmış.

         İz peşinde serisinin yanında “Levent Türkiye'yi Geziyor” serisi de var. Bu seride Gaziantep, Diyarbakır, Erzurum, Trabzon gibi Türkiye’nin her yanından şehirler doğal güzellikleri, kültürü ve tarihi eserleriyle eğlenceli bir şekilde anlatılıyor.

Bu kitap erkek çocuklar için daha uygun derseniz eğer, bir de kız çocukları için hazırlanan bir seri var:  “Şirin” serisi. Yine Timaş çocuktan çıkan bu serinin yazarı Birsen Ekim Özen. “Şirin “İş başında,  Şirin İstanbul'u Geziyorum, Şirin Kendimi Durduramıyorum” adıyla üç seriden oluşan kitap, rengârenk ve eğlenceli çizimleri, maceralı ve komik olaylarıyla çocukların ilgisini çekecek türden.

Çocuklar, Levent serisini çok hızlı ve mutlu bir şekilde okudular. Okumaktan pek keyif almayan çocukların bile bu kitabı seveceğini düşünüyorum. Çünkü hem heyecanlı hem sürükleyici hem eğlenceli. Bu tarz kitaplardan hoşlanan çocuklarınız varsa hiç kaçırmayın derim.


1 Şubat 2017 Çarşamba

Çocukluğa Dair

“Çocuk olsam yeniden,
Bir tek düştüğüm için acısa içim,
Ve kalbim çok koştuğum zaman çarpsa sadece…” Cemal Süreya

Bu aralar çocukken sevdiğim, çocukluğumun hatırası olan eşyalar beni mutlu eder oldu.  Hatırlıyorum da çocukken üstünde kırmızı kalpler olan bir tahta tarağım vardı. O zamanlar belimde olan saçlarımı bu tarakla taramaya bayılırdım. Bakkala gidip çokomel almak bizim için büyük bir mutluluktu. Parka gitmek, salıncakta sallanmak, pamuk şeker yemek, ramazan ayında pide kuyruğu beklemek, soba üstünde kestane pişirmek, evde eskimo yapmak, oralet içmek, televizyonda susam sokağını, Hugo ve Tolga abiyi izlemek, sokakta evcilik oynamak, lastik atlamak ve akşam ezanı okununca eve dönmek çocukluğuma dair hatırladıklarımdan bazıları.
 Çocukluk, hayatımızdaki en önemli dönem. Çünkü çocukken yaşadığımız şeyler ileriki yaşantımızda kişiliğimizi oluşturuyor. Hatırlar mısınız “Çocuklar duymasın” dizisinde psikolog Sinan karakteri vardı. Haluk’un davranışlarının sebebini anlamak için sürekli “çocukluğuna inmek lazım” derdi.
Bizler farkında olmadan çocuklarımızda izler bırakıyoruz ve yıllar sonra yetişkin olduklarında bu birçok davranışın sebebi oluyor. Bir kitapta “hayattan yorulan, zorlu süreçler geçiren insanlar çocukluğuna dair bir şeyler bulup kendilerini iyileştirmeye, sağaltım yapmaya çalışırlar” yazıyordu. Bir nevi terapi gibi yani.  Bu bilgi kesin midir bilmiyorum; ama doğruluk payı vardır diye düşünüyorum.  Çünkü gerçekten çocukken yaşadıklarımız silinmeyen izler bırakıyor üzerimizde.  Belki de bu yüzden bir yanımız hep çocuk kalıyor.
 Ben bu aralar “Keşke yeniden çocuk olsam” diyorum.  Tekrar çocuk olamayacağımı bildiğim için de çocuklarımla daha çok vakit geçirmeye, onlara kendi çocukluğumu anlatmaya ve onlar için güzel anılar biriktirmeye çalışıyorum. Tamam, itiraf ediyorum markete girdiğimde önce çokomel alıyorum. Parkta çocuklarıma pamuk şeker alırken kendime de alıyorum. Ha, bir de parkta kimsecikler yoksa salıncakta sallandığım da doğrudur ;)

 Peki ya güzel dostlar, sizin çocukluğunuza dair unutamadığınız anlar, anılar neler?  Bu aralar aranızda benim gibi çocukluğunu özleyen var mı?

24 Ocak 2017 Salı

İyilik Ajandası

2017 için şöyle güzel mi güzel bir ajanda almak istiyordum. Bunun için birkaç kırtasiyeye gittim; fakat istediğim gibi bir şey bulamadım.  Kitap fuarında gezerken birden gözüme bir ajanda yazısı ilişti. “Aa kitap fuarına ajanda mı getirmişler” diyerek kendimi standın önünde buldum. Baktım ki kapağı çok güzel bir ajanda. “Aradığımı buldum galiba” dedim ve bir heyecanla kapağını açtım. Bir defter zannettiğim ajanda aslında bir kitaptı. Aslında kitap da değil, hem defter hem kitap. Daha doğrusu, kitap görünümlü bir ajanda:) Ancak sayfaları boş değil. Peki, sayfalarında ne mi var? Yılın ilk gününden son gününe kadar her gün için bir iyilik önerisi. Mesela bugünün sayfasında, yani 24 Ocak için olan sayfada “Cep Telefonu Kapı Dışarı” önerisi var. “Bugün, cep telefonunu hiç olmazsa gece uyurken -alarm için bile olsa- yanınıza almayın” diyor. Bu da iyilik mi şimdi, demeyin. Bazen farkında olarak ya da olmayarak kendine de kötülük yapar insan. Cep telefonlarını o kadar sık kullanıyoruz ki sürekli radyasyona maruz kalıyoruz. Bu şekilde aslında en büyük kötülüğü kendimize yapıyoruz.
      Merak edenler için iyilik ajandası Erdem Yayınlarından çıkmış. Yazarları Ayşe Ünsal ve Cihat Albayrak güzel bir fikirle başladıkları ajandalarını belli ki büyük bir emek harcayarak oluşturmuşlar ve “İyiliğiniz bol olsun" diyerek tamamlamışlar.
Günlük notlar almak için istediğim ajandayı bulamadım; ama kitap görünümlü bir ajandam oldu. İçindekilerin hepsini yapmam mümkün görünmese de en azından daha önce düşünüp ertelediğim bazı şeyleri ya da yeni ve ilginç bulduğum önerileri uygulamak istiyorum bu sene. Düşünüyorum da etrafımızdaki insanlara, ailemize, hayvanlara, doğaya hatta kendimize yapabileceğimiz o kadar çok iyilik var ki.  
Ajandanın ilk sayfasında Sezai Karakoç’a ait bir söz var: “Kötülükleri tamamen bitiremeyiz; ama iyilikleri çoğaltabiliriz”. Güzel dostlar! Hayat kısa. Ertelemeyin iyiliklerinizi. İyi kalın, iyilikle kalın.


17 Ocak 2017 Salı

Kitap Aşkı

Hafta sonu kitap fuarına gittik. O kadar kalabalıktı ki iğne atsan yere düşmez sözü tam da bu durumu anlatıyor desem yeridir. Arabadan inip yürüsek acaba daha mı çabuk gideriz diye bile düşündük. Dışarıda uzun bir kuyruk vardı. Genç, yaşlı, hamile, çocuk demeden gelmiş insanlar. Üstelik hava da o kadar güzeldi ki. Tam dışarıda gezilecek hava. Ama insanlar kitap fuarına gelmeyi tercih etmişti. Valla mutlu oldum bu durumdan. Ama bir dakika ya hani biz kitap okumayı sevmeyen bir millettik. Araştırmalara göre haberlerde, gazetelerde Türkiye’de insanlar kitap okumuyor demiyorlar mıydı? Buna göre bir terslik olmalıydı değil mi? Ya da insanlar bir hevesle kitap alıyorlar ama sonrasında okumuyor olabilirler miydi? Yoksa içimizde bir kitap aşkı var mıydı sahiden? İşte zihnimde bu sorularla bütün bu soruların cevaplarını düşünerek içeri girdik.
Bu sene de kitap fuarında çocuklara çalıştık. Onlar için çok güzel kitaplar aldık. Hatta yazarlarına imzalattık hatırası olsun diye. Aslında amacım çocuklara kitapları ve okumayı sevdirmek. Her kitabın bir emeğin ürünü olduğunu hissettirmek ve onlara örnek olmak. Şimdilik etkisinin olduğunu da gözlemliyorum. Umarım böyle devam eder. Biz senelik bir hedef belirliyoruz çocuklar için ve kitap sayısını da ona göre alıyoruz. Bu sene geçen seneye göre hedefimizi arttırdık. Okudukça kitapların yorumlarını buradan paylaşacağım.
Fuardan sonra ne mi yaptım? Aklıma gelen o soruların cevaplarını bulabilmek adına biraz araştırma yaptım. 2016 sonuçlarına göre Türkiye, dünyada kitap okuma oranları bakımından 11. sıradaymış. PISA sonuçlarına göre ise 70 ülke içinde okumada 49. sırada yer alıyor. Bu arada PISA hakkında ufak bir bilgi vermek gerekirse PISA olarak kısaltılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) tarafından 1997'de geliştirilen bir uygulama. Her üç yılda bir uluslararası çapta 15 yaşındaki öğrencilerin başarısını sınayan bu uygulamanın amacı dünyada okul çocuklarının başarısını karşılaştırmak ve test etmek. Yani bilimsel verilere göre ortada çok da parlak bir tablo yok. Fakat görüntüde de bir kitap sevgisi var.

Peki siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Acaba biz kitapları bir hevesle alıp sonrasında “nasıl olsa sonra okurum” diye bir köşede bekletiyor muyuz? Yoksa içimizde bir okuma aşkı var da harekete mi geçiremiyoruz? 

12 Ocak 2017 Perşembe

Dedemin Bakkalı

     Uzun zamandır almak istediğim Şermin Çarkacı'nın son kitabı Dedemin Bakkalına hafta sonu kavuştuk. Taze kitap yayıncılıktan çıkan kitap 9-40 yaşına hitap ediyor. Evet, yanlış okumadınız. 9-40 yaş. Hatta kitabın üstünde “9-40 yaş. 40'tan sonra yakın gözlüğü gerekebilir” yazıyor.
Kitabın kahramanı yenilikçi, ileri görüşlü ve hayal gücü geniş bir kız çocuğu. Her şey, yetişkinlerin sürekli sorduğu, çocukların ise duymaktan bıktığı “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna cevap ararken dedesinin mesleği olan köy bakkalı olmaya karar vermesiyle başlıyor. Bu küçük bakkal çırağının tek amacı, çok para kazanmak ve bakkalı büyütmek. Bunun için çok orijinal, harika yeni fikirler üretiyor; ancak her seferinde bu yenilikçi düşünceler yetişkinlerin kalıplaşmış standartlarında eriyip gidiyor. Üstelik etrafındakilerin “Evladım sen niye böylesin? Sen kime çektin?” şikâyetleri de cabası oluyor. Sonunda ne mi oluyor? Yazarsam kitabın sihri kaybolur:)
Hem çocukların hem yetişkinlerin dünyasından bir şeyler bulacaksınız kitapta. Bu kitabı çocuklarla aynı anda, her sayfasını birlikte okuduk ve bir saatte bitirdik. Bazı bölümlerde sesli güldük. Gıcır Şükriye bölümüneyse bayıldık. Yani hiç düşünmeyin alın, okuyun bu kitabı. Yüzünüzde tebessümle ve keyifle okuyacağınızdan eminiz. Okuduktan sonra yorumlarınızı paylaşmayı da unutmayın olur mu? Haydi kalın sağlıcakla.

7 Ocak 2017 Cumartesi

Babalar ve Çocuklar

Eskiden çocuk yetiştirmenin bu kadar zor olduğunu düşünmüyordum. Yani “bir çocuk çok çok annesine babasına çeker canım. Nasıl olsa istediğim gibi yetiştiririm çocuğumu” diye düşünüyordum.  Meğer iş başa düşünce hiç de düşünüldüğü kadar kolay değilmiş.  Çünkü bu çocuk sadece seni görmüyor. Tamam, senin bir parçan, genetik özelliklerini taşıyor; ama sadece seninle etkileşimde değil. Bir baba, kardeş, akrabalar, arkadaşlar, öğretmenler, hepsinin çocuğun kişiliğinin şekillenmesinde payı oluyor. Tabi yine de en çok anne ve babanın.
         Bizim toplumumuzda nedense hep anne iyi olursa çocuk iyi yetişir gibi bir algı var.  Evet, anne çok önemli çocuğun yetişmesinde ama anne kadar babanın da bir fonksiyonu yok mu? Ya da sadece annenin çocuklarıyla ilgilenmesi yeterli mi? Bir tanıdığım babasının hayatta olduğunu; ama kendisini yetim gibi hissettiğini söylemişti.  Sebebini sorduğumda babasının ilgisiz bir baba olduğunu, çocukluğunda babasına dair hiç bir hatırası olmadığını söylemişti. Düşünüyorum da belki de etrafımızda babası olup da babasız olan ne kadar fazla çocuk var kim bilir. Yani bir yanı hep eksik kalan çocuklar...
Ben genellikle çocuk eğitimiyle ilgili kitaplar okumaya gayret ederim. Okuduğum kitapların birçoğunda, çocuğun sevgi ve merhamet duygusunu annesinden; kendine güven duygusunu ise babasından aldığına dair bilgiler var. Yani bir çocukta kendine güven duygusu varsa bunda babanın rolü çok büyük. Ayrıca anne ve babanın çocuk üzerinde dengeli bir etkisinin olması, babanın da en az anne kadar çocuğuyla kaliteli vakit geçirmesi, çocuğun yetişmesinde çok önemli.
         Bu arada bu yazıyı hazırlarken “Anne- çocuk blogları var da, acaba babalara ait bloglar da var mı?” diye düşünmeden edemedim ve araştırdım. Gördüm ki baba-çocuk blogları da varmış. Hem de beklediğimden daha fazla. Şahsen mutlu oldumJ

Neticede iyi bir toplum için iyi bireyler yetişmesi gerekiyor. İyi bireylerin yetişmesi için de iyi bir aile. Peki ya siz ailede babanın rolü ve çocuklar üzerinde babanın etkisi konusunda ne düşünüyorsunuz?