7 Aralık 2016 Çarşamba

Oyuncu Anne / Şermin Çarkacı

Onunla ilgili bir şeyler yazmasam olmazdı. Aslında onu birçoğunuz tanıyor. Milyonlarca anneye ulaşmış biri o: Şermin Çarkacı nam-ı diğer Oyuncu Anne.
İkizlerim doğduktan sonra sosyal hayat diye bir şey kalmamıştı bende. Farklı koşturmacalar içerisinde olunca “oyuncu anneyi” keşfetmem de geç oldu. Ama zararın neresinden dönersek kardır değil mi?
Oyuncu annenin sayfasını ilk kez, bir arkadaşımın beğenilerinde görmüştüm. Önce oyuncu anne hakkında küçük bir araştırma yapmıştım. İkiz çocuklarının olduğunu öğrenmemle bir sahiplenme duygusu oluştu bendeJ Edebiyat mezunu olması ve yüksek lisansını yapması da ortak özellikler olunca daha bir yakın geldi doğrusu.
Yakınlığın, hayranlığa ve duygudaşlığa ulaşması da hemen sonrasında oldu. Oyuncu annenin sayfasındaki bütün yazıları bazen gülerek bazen gözleri dolarak bir çırpıda okuduğumu fark ettim. Bir müddet sonra bağımlılık yaptı bende kendisi;) Bir gün yazmasa, bir şeyler paylaşmasa “Hayırdır, ne oldu ki? Hasta mı acaba? Bir şey mi oldu ki?” diye merak ediyordum. Sosyal medyanın zaman kaybı olduğunu düşünen ben, ilk kez böyle bir şey yaşadığım için kendime de şaşırıyordum haniJ Hiç tanımadığım bir insanla resmen bir gönül bağım olmuştu ve bu gün geçtikçe artarak devam ediyor.
Yazdıklarını her okuduğumda “Keşke daha önce tanısaydım onu” diyorum “Daha önce okusaydım kitaplarını.” Her geçen gün sevenleri de giderek artıyor malum. Çok da şaşırmıyorum aslında bu duruma. Bir kere samimi, içten biri. Ayrıca üretiyor, paylaşıyor, hayatı seviyor ve bardağa hep dolu tarafından bakabiliyor. Onun yazdıklarını okuyunca çocukluğun, insan hayatının en önemli dönemi olduğunu keşfeden birini; daha da ötesinde kendi çocuklarıyla oyun oynayarak onlara sağlam çocukluk anıları bırakan ve bunu yaparken de diğer annelere örnek olmaya çalışan bir anne görüyorum.
Bir yazar olarak da çok başarılı. Başlarım Şimdi Anneliğe, Oyuncu Anne, Oyun Takvimi, Kötü Alışkanlıklara İyi Öneriler, Ev Yapımı Sihirli Değnek.  Her biri çok değerli kitaplar benim için. Ama “Ev Yapımı Sihirli Değnek” terapi kitabım gibi. Yüreğime umut serpiyor her okuduğumda. Yeni çıkan kitabı “Dedemin Bakkalı”nı da okumak için sabırsızlanıyorum.
Şimdi karşımda olsaydı eğer ona şunları söylemek isterdim:
“Sen hep yaz güzel insan. İster kitap yaz ister sayfanda yaz; ama yaz mutlaka. Yaz ki umudun hep var olduğunu hatırlayalım. Yaz ki çocukların geleceğimiz olduğunu, çocukluğun önemini hiç unutmayalım ve en önemlisi çocuklarımıza içinde bizim de olduğumuz güzel anılar biriktirelim.”
Ne mutlu ki gönlümüz kesişti. Bir gün bir şekilde yolumuzun da kesişmesi dileğiyle…

1 Aralık 2016 Perşembe

Niçin Bir Blog?

Merhaba !
Niçin bir blog açmaya karar verdim? Bu sorunun cevabı belki birçok blog yazarı için sıradan olabilir. Güzellik tüyoları vermek, annelik tecrübelerini paylaşmak, yazmayı sevmek, popüler olmak, insanlara faydalı olmak, içini dökmek… Kısacası herkesin kendine göre elbette bir sebebi var.
Aslında itiraf etmeliyim ki bu blogu açana kadar, bana göre blogger olmak ve bir bloga sahip olmak gereksiz bir iş yapmak ve zaman kaybından başka bir şey değildi. Benim bu tür şeylere ayıracak vaktim yoktu. Hatta 24 saat bana yetmezken kaldı ki bir de blog açacağım. Hakikaten akıllıca bir iş değildi. Peki, ne oldu da benim fikrim değişti? Bundan sonrası hem bu sorunun cevabı hem de kendime itirafımdır.
Küçükken spora, müziğe, resme yeteneği olan, hanım hanımcık, çalışkan, başarılı bir çocuktum. Başarı dolu öğrencilik yıllarından sonra istediğim üniversiteyi kazandım ve sonrası o kadar çabuk oldu ki. Üniversite biter bitmez atandım,  öğretmenliğe başladım ve hemen ardından evlendim. Henüz evliliğe alışmaya çalışırken anne olacağımı öğrendim.  Hamileliğin ikinci ayı bittiğinde ikizlerimizin olacağını öğrendik. Evet, evet yanlış okumadınız. İlk doktorumuz tek bebek demişti. Doktor değiştirince İkizlerimiz olacağını öğrendik. O an şok olduk. Bir saat çarşıda bilinçsizce dolaştık. Kafamda bir sürü soru vardı: “Hem çalışıp hem bakabilir miyim? Bir değil iki çocuğa nasıl bakarım? Ya erken doğarlarsa ne yaparım? Nasıl bir hamilelik olur?” Sonra kabullendik tabi; ama haftalar geçtikçe hamileliğim daha zor geçmeye başladı. Nitekim 30. haftaya geldiğimde artık çok kolay işleri bile yapamıyordum.
34. haftadan 2 gün aldığım günün gecesinde acil hastaneye gittik. Erken doğum dediler. Sancılarım başladı. Hemen doğuma aldılar Kendime geldiğimde bebekler yanımda yoktu. (O an duyduğum korkuyu ve endişeyi anlatamam). Kuvöze almışlar. 2 gece kuvözde kaldıktan sonra çıktık hastaneden. Ama asıl zorluklar eve geldikten sonra başladı. İkiz prematüre bebeklerle hayat hiç de kolay değildi.  Evliliğe alışmadan ikiz prematüre bebekler girmişti hayatıma. Afalladım. Uykusuz geçen 1 ay sonra ikizlerim normal doğan bir bebeğin boyuna ve kilosuna ulaştılar.
Doğum iznim bitince bir müddet rapor kullandım ve daha sonra okula döndüm.  Öğretmenlikte ilk senelerimdi. İkiz bebekler, evlilik, tecrübesizlik,  bakıcı sorunları vb. sebeplerden dolayı kendime gelemedim hiç. Bakıcılar ya işi bıraktı(malum ikiz çocuğa bakmak zor)  ya çok yüksek ücretler istedi ya da biz uygun bakıcıyı bulamadık. Nitekim çocuklara bakma işini sırasıyla annem, yengem, teyzem üstlendi derken, “ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar” oldu ve bu zor iş anneme kaldı ve canım anneciğim çocuklara baktı. O zaman ilçede öğretmenlik yapıyordum. Annem ise şehir merkezindeydi. Bu yüzden mecburen şehir merkezinden ilçeye gidip gelmek zorunda kaldım. Yolculuk, ikizler, evlilik, okul, öğretmenlik,  yol, yorgunluk, annelik… O zamanlardan bana kalan sadece yorgunluktu.
Üniversitede okurken akademisyen olmak hayalimdi. Ama üniversite biter bitmez evlenip çocuk sahibi olunca bu hayalimden vazgeçmiştim. Çocuklar 3,5 yaşına gelince eşimin ısrarıyla(sanırım içimde ukde kalsın istemedi) son gün yüksek lisans için sınava başvurdum. “Herhalde hiç kimse evli ve ikiz çocukları olan bir öğrenci istemez; ama yine de kısmet, en azından keşke demem” diye başvurduğum sınavı kazandım. Fakat yüküm biraz daha arttı. Arkasından doktora.  (keşke yüksek lisansa hiç başlamasaydım diyorum ama bu kısım ayrı bir yazı olur)
Nihayetinde hep bir koşturmaca, 24 saati yetirememe hali, yorgunluk. Şimdi dönüp bakıyorum da yavrularımın en güzel günlerini doya doya yaşayamamışız.  Oysa her yaşları için bir vesikalık fotoğraf çektirmek, her sene için bir albüm yaptırmak ve doğdukları günden itibaren günlük tutmak gibi bir hayalim vardı. Ama ne yazık ki hiçbirini yapamadımL Biliyorum çok uzun bir yazı oldu; buraya kadar sabırla okuduysanız teşekkür ediyorum.
Son zamanlarda fark ettiğim çok şey var. Mesela hem eş, hem öğretmen, hem öğrenci hem akademisyen hem anne hem evinin hanımı olmak yoruyor insanı; fakat asıl mesele bütün bu kimlikler içerisindeki kaybolmuşluk hali. Kendi kendime “Peki, ben neredeyim?” diye soruyorum. İyi bir eş, başarılı bir akademisyen, harika bir anne olacağım diye küçükken her şeye yeteneği olan o küçük kızdan eser kalmadığını fark ediyorum.  Resim yapamıyor, müzik dinleyemiyorum iş yerinde çıktığım merdivenleri saymazsam spor da yapmıyorum. Kitap okuyamıyorum -doktorayla ilgili olanlar hariç- ve yazamıyorum. Yani tüm yeteneklerim körelmiş. Ortada iyi bir anne, başarılı bir eğitim hayatı var; ama ben yokum. Dışarıdan bakınca gıpta edilecek bir hayatım var belki ama gerçekte ucu ucuna yetişiyor her şey. İşin kötüsü çocuklar büyüdükçe mükemmel bir anne olamadığımı da anlıyorumL
İşte, bütün bunları fark etmem hayata bakışımı değiştirdi, beni “an”ı yaşamaya sevk etti. Bize verilen bir hayat var ve ne geçen günleri geri getirebiliyoruz ne de geleceğe yön verebiliyoruz. Sadece şu an için, şimdi için bir şeyler yapma imkânımız var ve ben artık her “an”ı hayatta sahip olduğum en değerli varlıklarım olan yavrularımla geçirmek ve kendimi bulmak istiyorum. Bu yüzden bir blog açmam hem kendimi bulmak hem çocuklarıma güzel anılar biriktirmek hem de “an”ı yaşamak için. Şu an blogda hiç takipçim yok kendim yazıp kendim okuyorum, ama önemli değilJ Ha bir de instagram hesabı aldım. Niye mi? Geriye dönük o kadar az fotoğraf çekilmişiz ki. Şimdilerde çocukların her halini fotoğraflamak istiyorum bir albüm gibi olsun diye. Umarım hiçbir şey için çok geç kalmamışımdır.


23 Kasım 2016 Çarşamba

BÖYLE DE ÖDEV Mİ OLUR

“Böyle de Ödev mi Olur” çocukların kitaplığında yer alan ve uzun süredir tanıtmak istediğim bir kitap. Bu kitap, Fatih Erdoğan’ın yazıp resimlediği  “Memo’nun Hayatı ve Eserleri” adlı serinin ilk cildi. Fatih Erdoğan, çocuk edebiyatının önemli isimlerinden. Her ne kadar Çukurova Üniversitesinin düzenlediği 7. Ulusal Yaşayan Yazarlar Çocuk Edebiyatında Fatih Erdoğan Sempozyumuna çok isteyip de katılamamış olsam da kendisiyle geçen sene kitap fuarında tanışma fırsatı yakalayabildim. Ayrıca üç kitabını da imzalı olarak çocukların kütüphanesine dahil edebildim.
“Böyle de Ödev mi Olur” çocuk gözüyle yetişkinlerin dünyasına bakmaya çalışan bir çocuğun maceralarını anlatıyor. Hikâyenin kahramanı Memo, 4.sınıfa giden bir çocuk ve aynı zamanda hikâye de onun dilinden anlatılıyor. Memo, aslında gerçek bir süper kahraman ama çaktırmıyor. Memo, köfte yemeyi çok seviyor ve Memo’nun en yakın arkadaşının adı da Köfte(aslında Nurettin). 
Memo, her öğrenci gibi ödev yapmayı sevmiyor ve ödevleri gereksiz buluyor. Bir gün Köfteyle dersi kaynatmaya çalışırken öğretmeni ona bir ödev veriyor. Ödev konusu tüm sınıfın gülmesine neden olan bir konu: “Aşk var mıdır, yok mudur? “ Araştırıp dosya halinde teslim etmesini istiyor. Bu ödev Memo’nun hiç hoşuna gitmese de önce anne babasına, daha sonra mahalledeki komşularına ve tanıdığı yetişkinlere, aşkın olup olmadığını soruyor. Her birinin verdiği cevaplar komik diyaloglara neden oluyor ve her cevaptan çıkarılacak sonucu not olarak kaydediyor Memo. İşte, onun defterine yazdığı bu notlar, bir çocuğun yetişkinlerin dünyasına bakış açısını yansıtması yönüyle de önem taşıyor.
Kitaptaki resimler de oldukça eğlenceli. Özellikle “Memo’nun babasının ayak başparmağına” ve “Köfte’yi ısıran misafir teyzenin dişlerine” biz çok güldük gerçekten. Kitapta yer alan diğer kişiler de çok canlı bir biçimde verilmiş. Ayrıca yazarın sade ve akıcı bir dili var. Kitabın yazı puntoları da çocukların yaşlarına uygun olarak ayarlanmış.
Kemal ve Cemal, bu kitabı çok sevdiler ve bir saatte bitirdiler. Bir müddet sonra ikinci kez okudular, okurken sesli güldüler. E daha ne isterim ki ben bir anne ve eğitimci olarak. İyi ki iyi yazarlar ve iyi kitaplar var. Serinin devamında Memo neler yapacak, neler yaşayacak merakla bekliyoruzJ

21 Kasım 2016 Pazartesi

Dünya Merhaba Günü

Hepinize Merhaba!
Bugün Dünya Merhaba Günüymüş
Aslında hafta sonu yaptığımız Mersin gezimizi yazacaktım ama 21 Kasım’ın “Dünya merhaba günü” olduğunu okuyunca bir tebessüm oldu yüzümde. Haydi dedim, bununla ilgili yazayım.
Niye mi böyle bir tercih yaptım? Çünkü söylerken bir çırpıda söyleyiverdiğimiz bu sözü ne kadar az kullanıyoruz, ne kadar da esirgiyoruz çevremizdekilerden.  Ben her gün gözlemliyorum bunu.  Benim iş yerimde birçok insan birbirine selam vermiyor. "Günaydın, iyi akşamlar, merhaba" demiyor; hatta bazen görmezden geliyorlar birbirlerini. Üstelik hepsi de kariyer yapan insanlar. Çok ilginç değil mi!  Şaşırmakta haklısınız. Gerçi, aynı apartmanda oturan birçok insanın birbirini tanımadığını ve karşılaşınca selam vermediğini düşününce bu durumu pek de yadırgamıyoruz.
"Merhaba" bir selam sözü olmasının yanında bütün iyi dilekleri de saklıyor içinde.  “Benim için değerlisin” mesajı veriyor ya da “konuşacak kadar vaktim olmasa da seni fark ettim” mesajı. Hem merhaba demek önce insanın kendini mutlu ediyor, kendine iyi geliyor. İtiraf edeyim sabah kalkınca benim kendime “Günaydın” demişliğim vardır hani;)
Geçen sabah yolda küçük bir çocuk gördüm. “Merhaba ağaç, merhaba kedi, merhaba otobüs…” diyordu elini sallayarak. Her şeyi selamlıyordu mutlu bir şekilde. Gülümseyerek izledim onu. Sonra içim burkuldu birden. Acaba biz yetişkinler içimizdeki sevgiyi mi yitiriyoruz zamanla ya da çevremizdekilere duyduğumuz saygıyı.
Ben canım sıkkın olduğunda bile etrafımdakilere selam veriyorum ve bunu önemsiyorum. Hepinizin Dünya merhaba günü kutlu olsun efendim. Üstün Dökmen ’in bu güzel şiiri de hepinize gelsin.

Yola çıkınca her sabah,
Bulutlara selam ver.
Taşlara, kuşlara,
Atlara, otlara,
İnsanlara selam ver.
Ne görürsen selam ver.
Sonra çıkarıp cebinden aynanı,
Bir selamda kendine ver.
Hatırın kalmasın el gün yanında.
Bu dünyada sen de varsın!
Üleştir dostluğunu varlığa,
Bir kısmı seni de sarsın...

17 Kasım 2016 Perşembe

Dünya Prematüreler Günü


Bugün Dünya prematüreler günü. Benim için ve birçok anne için çok özel bir gün. Bu sabah kalktığımda gözlerim dolarak geçmişi hatırladım. Çünkü on sene önce ben de ikiz prematüre bebeklerin annesiydim. İkiz bebeklere sahip olmanın zorluğu yanında prematüre doğmaları ikinci bir zorluk olarak eklenmişti hayatıma. Zor bir hamilelik süreci geçirmiştim ve ikizlerim 33. haftayı bitirip 34. haftadan 2 gün aldığımda dünyaya geldiler.
Prematüre annesi olmak, ikiz annesi olmak, acemi anne olmak üst üste gelince karamsarlığa düşmüştüm. Önce kuvözde geçirilen günler; eve geldikten sonra endişeler, uykusuz geceler. Kafamda deli sorular vardı: Acaba yaşayacaklar mıydı? Büyüyecekler miydi? Yanlış tutarsam onlara zarar verir miydim? Nasıl emzirecektim? Nasıl yıkayacaktım bu küçücük şeyleri?
Prematüre doğan bebeklerin akciğerleri tam olarak gelişmediği için emerken sorun yaşayabiliyorlar ve mümkün olduğu kadar hasta etmemek gerekiyor. İkizler(Kemal ve Cemal) kışın doğdukları için de tam grip mevsimi. Malum bizim kültürümüzde bebek doğduğunda gözün aydına gidilir. Doğum olunca herkes çocukları görmeye gelmek istedi tabi. Biz, çocukları hasta etmemek için fazlaca dikkat ediyor, kibarca misafirlere durumu izah etmeye çalışıyorduk. Ne yazık ki durumun ciddiyetini pek de önemsemeyip yakınlarımızdan bize küsenler olmuştu. Kemal ve Cemal bu şekilde geçirilen bir aydan sonra normal yeni doğan bebek kilosuna ve boyuna ulaşabilmişlerdi. Sonraki aylar ve seneler de benzer şekilde zorluklarla geçti. Çok şükür ki gelişimlerinde yaşıtlarını yakaladılar; hatta zaman zaman yaşıtlarından çok iyi duruma geçtiler. Şimdi eski günlerimizi birer hatıra olarak yad ediyoruz.
Prematüre bebekleri hiçbir zaman, zamanında doğan bebekler gibi düşünmemeliyiz. Kabul etmeliyiz ki prematüre annesi olmak da zamanında doğan bebeğe sahip olan annelikten çok daha zor.
Bir ikiz prematüre annesi olarak diyorum ki;
Prematüre annesi olmak; doğumdan hemen sonra bebeğini kucağına alamamak demektir.
Prematüre annesi olmak; kuvözde geçirilen günler demektir.
 Prematüre annesi olmak; her an, bebeğim yaşayacak mı endişesini taşımak demektir.
Prematüre annesi olmak; bebeğim emzirirken boğulur mu ki, korkusunu yaşamak demektir.
Prematüre annesi olmak; çok küçük olduğu için zarar verir miyim korkusuyla bebeği nasıl tutacağını bilememektir.    
Prematüre annesi olmak; küsen akrabalar, komşular, arkadaşlar demektir.
Prematüre annesi olmak; bebeği için özenle seçtiği kıyafetlerin bebeğine ne kadar bol ve büyük geldiğini hayretler içinde izlemek demektir.
Prematüre annesi olmak; bebeğinin kıyafetlerin içini dolduracağı günü sabırla beklemek demektir.
Prematüre annesi olmak; bu kadar küçük bir bebeği nasıl yıkayacağını kara kara düşünmek demektir.
Prematüre annesi olmak; geceleri bile bebeğinin nefesini kontrol edip, aldığı her nefes için şükretmek demektir.
Prematüre annesi olmak; bebeğinin aldığı her gram için ve uzadığı her santim için mutlu olmak demektir.
Prematüre annesi olmak; her geçen sene, çocukları büyüdükçe eski günleri düşünüp, buruk bir tebessümle “Ne günler geldi geçti” demektir.
Prematüre annesi olmak; küçücük bedenleri ve yürekleriyle hayata tutunmaya çalışan muzice bebekleriyle birlikte mücadele etmek demektir.

Peki ya sizce prematüre annesi olmak ne demektir?

14 Kasım 2016 Pazartesi

Kitaplık

Merhaba!
Okuduğumuz, deneyimlediğimiz kitapları sizinle paylaşmak için blogda böyle bir bölüme yer verdik. İsmini çocuklarla birlikte koyduk, ismi “kitaplık” olsun dedik. Bu bölümde ara sıra yetişkinler için kitap tavsiyelerim olacaksa da daha çok çocuk kitaplarına yer vereceğim.
Amacım kitap eleştirmenliği yapmak değil elbette; öyle bir iddiam yok. Sadece Kemal ve Cemal’in okuduğu kitapların onlar üzerinde bıraktığı etkiyle; bir yetişkin, bir akademisyen ve bir anne olarak çocuk kitaplarının bende bıraktığı etkiyi harmanlayıp yorumlamak niyetim. Böylece annelere, babalara kitap seçiminde yardımcı olmak ve tavsiyelerde bulunmak.
Çocuklar için kitap yazmak çok zor. Çünkü bu kitapların hem şekil hem içerik olarak çocuğa hitap etmesi gerekiyor. Çocuk kitabı olarak satıldığı halde çocuk dünyasına hitap etmeyen o kadar çok yayın var ki piyasada. “Aaa resimleri çok güzel, çok canlı. Tam çocuğuma göre” dememeliyiz. Cicili bicili olması yetmiyor yani kitabın.
Okul öncesi dönemde kitabı anne babalar okuduğu için doğru seçimi yapma konusunda daha şanslı durumdalar. Çünkü okuma işine aktif olarak katılıyorlar. Çocuk okuma yazma öğrendikten sonra bu durum bir müddet daha devam ediyor. Ama sonra çocuk, hangi kitabın kapağını sevdiyse onu almaya hatta daha ince olanı seçmeye başlıyor. Sanırım bu son söylediğimi daha çok erkek çocukları yapıyorJ Yani en azından benimkiler bir ara böyle bir taktik uyguluyorlardı.
İlkokulda öğretmenler genellikle kitap okuma sevgisi ve alışkanlığı için sınıf kitaplığı oluşturup okuma dosyası hazırlıyorlar. Dönüşümlü olarak bütün kitaplar her çocuğa ulaşmış oluyor. Ama emin olun çocuk için okuldaki bu çaba ve takip yeterli gelmiyor. Bizimkiler ikiz olunca biri okuduğu kitabı diğerine anlatıyordu. Bu yüzden diğeri o kitabı okumaya gerek duymadan özetini yazabiliyor ya da öğretmeni kitapla ilgili soru sorduğunda cevap verebiliyormuş. Bunu çok sonra fark ettim. Bu yüzden çocuklarıma kitap seçerken birlikte seçmeye ve kitabı aldıktan sonra onlardan önce okumaya gayret ediyorum. Onlar okuyunca da birlikte kitap hakkında konuşuyoruz. Çok da keyifli oluyorJ
Bazı kitaplar var ki çocuklar da ben de çok seviyoruz. İnanın bana eğer bir çocuk kitabı bir yetişkin olarak sizi alıp çocukluğunuza götürüyorsa, yeniden çocuk olmak istiyor ve mutlu oluyorsanız, işte bu çocuk kitabı diyebilirsiniz.

Özetle; her şeyden önce çocuğumuza örnek olmalı, önce kendimiz okumalıyız. Çocuklarınızın ilgi alanına giren kitaplar vardır emin olun. Belki ailece okumak için ayrı bir zaman dilimi ayırmalıyız. Böylece hem örnek olmuş, hem birlikte vakit geçirmiş hem de çocuklarımıza güzel anılar biriktirmiş oluruz. Biz bu akşam kitap okuyacağız mesela. Yoksa siz bir kitap seçmediniz mi henüz. Haydi, ama bekliyoruz. Keyifli okumalar…

Kolay Kurabiye


   Hafta sonu çocuklara kurabiye sözüm vardı. Çok sevdikleri bir tarif var. Ondan istediler. Ben mutfağa gidip yapmaya başladım. Hamurunu hazırladım. Sıra kurabiyeleri yuvarlamaya geldiğinde Kemal yetişti. Birlikte yuvarladık, pişirdik, tabaklara dizdik. Biz bu tarifi aklımıza estikçe yapıyoruz. Çocuklar da yuvarlama kısmını seviyor. Birlikte vakit geçirip bir aktivite yapmış kadar oluyorsunuz. Bu yüzden bu kolay, pratik tarifi sizinle de paylaşmaya karar verdik.
Malzemeler:1 paket margarin
                        1 çay bardağı sıvı yağ
                        1 yumurta sarısı
                        1 çay bardağı pudra şekeri
                        1 çay bardağı nişasta
1 vanilya
1 paket kabartama tozu
Yeteri kadar un
Yapılışı: Bütün malzemeleri karıştırıyoruz. Hamurumuz kıvamını alınca yani elimize ve tepsiye yapışmayacak şekilde olunca cevizden biraz daha küçükçe parçalar halinde yuvarlıyoruz ve yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine diziyoruz.
Dilerseniz hamuru ikiye bölüp kakao ekleyebilirsiniz. Böylece hem beyaz hem de kakaolu kurabiyeler elde etmiş olursunuz. Aslında biz her zaman iki çeşit yapıyorduk ama bu sefer sadece sadesini yaptık. Unutmadan, üstüne pudra şekeri serpiyoruz. Afiyet, bal, şeker olsun efendim.


Beynini Eğit


Geçen sene Kitap fuarından “Beynini Eğit” adında bir kitap almıştık. Aslında her sene, almak istediğimiz kitapların bir listesini yapıp gideriz fuara. Bu kitap, listemizde yoktu. İş bankası yayınlarından çıkan başka bir kitaba bakarken stantta görevli kişi ansiklopedi tarzındaki bu kitabı bize çok methetti.  
Ansiklopedi tarzında dediğime bakmayın resimli, canlı, keyifli bir kitap. Kemal ve Cemal sayfalarını merakla karıştırdı ve kitabı çok sevdiler. Kitap epey kalın ve büyük boyutlu olunca açıkçası ben sıcak bakmadım bu teklife. Fiyatını şu an hatırlamıyorum ama diğer kitaplara göre daha tuzluydu. Çocuklar çok istekli olunca “Peki” dedim. Eve gelir gelmez ilk bu kitabı okudular. Kitabı büyük bir hevesle ve merakla çok kısa sürede bitirdiler. Öğrendikleri bilgileri benimle, babalarıyla, arkadaşlarıyla paylaştılar. Hatta arkadaşlarına sorular sorup cevap alamadıklarında doğru cevabı kendileri verip gururlandılar. Sonra da bu bilgileri nereden öğrendiklerini söyleyip hem kendi reklamlarını hem de kitabın reklamını yapmış oldular;)
Beynini Eğit kitabı “Doğa, Coğrafya, Bilim ve İcatlar, Tarih, Spor ve Sanat” olmak üzere beş bölümden oluşuyor. Her bölüm de kendi arasında alt başlıklardan oluşuyor. her sayfasında resimlerin yer aldığı kitapta çizimler çok canlı gerçekten.
Bilgiler çok düzenli bir şekilde verilmiş ve kategorilere ayrılmış. Her bölümle ilgili sorulara da yer verilmiş. Sorular ilgili bölümden önceki sayfaya konulmuş. Ayrıca sorular düzeylere göre hazırlanmış. Kitap 318 sayfadan oluşuyor. İlk 239 sayfası bilgi içerikli kalan sayfalarda ise yani kitabın sonunda; soruların cevapları, sözlük ve dizine yer verilmiş.
Kitabın kapağı da oldukça dikkat çekici. Beyinler spor yapıyorlar, çalışıyorlar yani.  Bizim çocuklar “Anne, bak! Beyin barfiks çekiyor. Gördün mü?” demişti ;)
Kitap gerçekten emek verilerek hazırlanmış. Çocuklar çok severek okudular. “Pişman olur muyum? Ya okumazlarsa!” diye düşünerek almıştım bu kitabı ama hiç pişman olmadım. Eğer bilgi içerikli kitaplar seven bir çocuğunuz varsa ya da hayvanlar, bilim, spor gibi konulara merak duyan çocuklarınız varsa bu kitabı tavsiye ederim. Çok keyifle okuyacaklarından endişeniz olmasın.



9 Kasım 2016 Çarşamba

Bizim Sınıfın Halleri

Tudem yayınlarından çıkan kitap Pelin Güneş tarafından kaleme alınmış. Bu kitabı geçen sene kitap fuarından almıştık. Kitabın isminden de anlaşılabileceği gibi hikâye, 3.sınıfta okuyan bir çocuğun, Togancan’ın, sınıfındaki olaylar ve kişiler üzerine kurgulanmış.
Kitap, oldukça sürükleyici. Konu olarak da çocukların ilgisini hemen çekti. Bu yüzden çocuklar kitabı bir solukta ve severek okudular. Hatta bir müddet sonra ikinci kez okudular. Kitabın ana kahramanı Togancan’ın sınıfındaki çocukların her birinin öne çıkan birtakım özellikleri var. Yazar, kişilerin isimleri ve özellikleri arasında ilişki kurmuş. Ve kişiler hep bu özelliklere göre davranış sergilemiş. Mesela Sakincan, sürekli uyuyan bir çocuk. Doğadan, doğa sevgisiyle dolu. Uzayhan, bilim kurgu meraklısı bir çocuk.  Atakcan ise panik atak bir çocuk. Hatta bazı çocukların bu özelliği ailelerinden onlara geçmiş gibi yani genetik özellikler diyebiliriz. Servetcan ekonomiden çok iyi anlıyor ve Bay Parasayar’ın oğlu. Sakincan’ın babası ise Bay Miskingil.
Gelelim kız kahramanlarımıza. Bestesu, müziksever ve ağlak. Bilgenaz, sınıf birincisi ve ağlak. Kalbinaz, Cilvenaz da diğer kızlar gibi şiir, müzik, bebek seven tipik kız ve ağlak olarak tanıtılıyor. Sadece Berraksu ağlak değil, yeşil ve çok güzel gözleri var. Bilmiyorum neden kızların hepsi ağlak ve tipik kız olarak kurgulanmış sanki standarlaştırılmış. Evet duygusallık var kızlarda; ama bir genelleme yapmak ne kadar doğru olur bilemiyorum. Nitekim Kemal ve Cemal kitap hakkında konuşurken “Bence de kızların hepsi aynı, hepsi ağlak ya! dediler. Ama kuzenleri(kuzenleri kız) ise kitabı okuduğunda “Bence kızların hepsi böyle değil” diye sitemli bir tepki verdi.
Kitaptaki kişiler, karakterden ziyade öne çıkan özellikleriyle birer “tip” olarak kurgulanmış. Bu güzel sınıfın öğretmenlerinin ismi ise Bayan Sinirbasan. Kitapta bir de ikizler var. Bizimkiler okuyunca önce sevindiler. “Aa bizim gibi ikizler!” diye. Ama sonra ikizlerin öne çıkan özelliğini okuyunca canları sıkıldı.  Kitaptaki ikizlerin yani Batak ve Tatak’ın özelliği; çok yaramaz yani tam bir baş belası olmaları. Kitapta “çifte bela ikizler” diye geçiyor. Bizimkiler nedense pek bozuldu bu özelliğe. Yukarıda da demek istediğim buydu işte. Çocuklar kitapta geçen kahramanları benimsedikleri için verdikleri tepkiler de farklı olabiliyor.
Kitapta çocukların dikkatini çeken şeylerden bir diğeri de ”Bay Parasayar, Bayan Sinirbasan, Bay Miskingil” gibi ifadeler. Bu kullanım daha çok İngilizcedeki kullanım ya da çeviri kitaplarda rastladığımız şekilde. Sanırım bu yüzden yadırgadılar ki bence de haklılar; çünkü biz günlük kullanımda da bu şekilde ifade etmiyoruz.
Kitapta Boracan’ın sınıfa geldiği bölüm ve onun etrafında oluşan anne-baba-çocuk ilişkisinin yazar tarafından çok iyi tespit edilmiş olduğunu ve başarılı bir şekilde işlendiğini düşünüyorum. Bu bölüm gerçekten yetişkinlere de mesajlar veriyor.
Bir öğretmen olarak ister istemez dikkatimi çeken bir özellik daha var. Kitapta geçen bazı kelimeler konuşma dilinde yazılmış. “Bulucaz bir çaresini” gibi. Oysa konuşurken bu şekilde söylesek de yazarken “Bulacağız bir çaresini” şeklinde yazılmalı. Hele ki çocuk kitaplarında buna daha çok dikkat edilmeli diye düşünüyorum. Onlara okuma sevgisi kazandırırken Türkçemizin güzelliklerini de öğretmemiz gerekir.
Biz bu kitabı sevdik. Bir solukta okuduk. Bu hafta, Dünya çocuk kitapları haftası. Bu yüzden yazımızı da biraz uzun tuttuk. Dünya çocuk kitapları haftamız kutlu olsun efendim. Keyifli okumalar.

8 Kasım 2016 Salı

Daha Fazla Kumkurdu

Daha fazla Kumkurdu Asa Lind’in  ikinci kitabı. Birinci kitapla (Kumkurdu) ilgili yorumlarımı daha önce yazmıştım. Zackarina ve Kumkurdunun muhteşem dostluğunu anlatan kitap çok güzel kurgulanmış. Kitabın kahramanı olan Zackarina için hayali bir arkadaş aslında Kumkurdu; ama bir o kadar da gerçek. Sadece Zakarina’nın görebildiği Kumkurdu soyut bir imge olarak kullanılmış. “Niçin başka bir şey değil de kumdan, altın parıltılı tüyleri olan bir kumkurdu?” diye sorduğumda da deniz kenarında bir evde yaşayan ve büyüyen bir çocuk için kumdan bir Kumkurdunun çok doğru bir seçim olduğu kanısına varıyorum.
Yazar Kumkurdundan bahsederken altın parıltılı tüylerinin yanında “sıcak, büyük, vahşi ve eğlenceli” kelimelerini kullanıyor. Ben adeta bir meleğe benzetiyorum Kumkurdunu. Çocukların yanında olan, onları koruyup kollayan;  doğruyu, iyiyi, güzeli öğreten bir melek gibi.  Kumkurdu Zackarina’ya nasihat vermekten çok ona yol gösteriyor. Çocuklar için soyut olan (aşk, ölüm gibi) bazı şeyleri somut olarak, örneklerle ve “bardağın hep dolu tarafından bakarak” anlatıyor.  Büyük ve vahşi kelimeleri her ne kadar çocuklar için ürkütücü gibi görünse de aslında ona bir "koruyuculuk" vasfı da kazandırıyor. Zira, Zackarina koktuğu zamanlar onun yanına yaklaşarak kendini güvende hissediyor. Sıcak olması, aynı şekilde "yakınlık" ifade ediyor. Eğlenceli olması ise her çocuğun istediği bir özellik. Nitekim, Zackarina ne zaman canı sıkılırsa Kumkurdunun yanında olursa eğlenebileceğini düşünüyor.
 Kitabın çevirisinin de çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Çeviri işini anladığımdan değil, cümleleri okuduğumda hem anlayıp hem hissedebildiğim için böyle düşünüyorum. Mesela “Evrende hiçbir şey kaybolmaz; sadece başka bir şeye dönüşür.” ya da “Kazananlar zaten mutludur; ödül kaybedenlere verilmeli.” cümlesi bana çok şey hissettirip düşündürüyor.

“Kumkurdu” ve “Daha Fazla Kumkurdu” kitabının bir özelliği daha var. Çocuk kitabı olarak anılmasına rağmen yetişkinlere de hitap etmesi. Ben çocukluğumu buldum bu kitaplarda. Okurken mutlu oldum. Bazı kitaplar terapi gibi gelir ya insana.  Bu kitaplar da terapi kitaplarımın arasında yerini aldı bile.  Ayrıca, itiraf edeyim ben de küçükken Kumkurduyla karşılaşmayı çok isterdim. Ne yazık ki karşılaşmadım. Ama  içimde hala küçük bir çocuk var. Bu yüzden geç de olsa Kumkurduyla tanıştığıma çok memnunum. Serinin üçüncü kitabı olan“Daha da Fazla Kumkurdu'nu alıp okumak için ailece sabırsızlanıyoruz.

4 Kasım 2016 Cuma

Nuxe Body, La Natural ve Sebamed Roll-on Karşılaştırma


Birçok markanın roll-on deodorantını kullandım. Malum Adana’nın sıcağında terlememek mümkün değil. Aslında terlemek sağlık için faydalı; ama çalışıp her an göz önünde olunca da insan kimseye kötü kokmak istemiyor. Bayanların bu konuda daha titiz ve dikkatli olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
Antiperspirant ürünlerin içerisindeki maddelerin kanser yapma riskinin çok yüksek olduğunu duymuşsunuzdur mutlaka. Ben de bunu, birçok yerde okuduktan sonra temiz içerikli, sağlığımıza dost olan roll-onları araştırmaya başladım. Araştırmalarıma göre aslında en temizi, içerisinde alüminyum chlorohydrate içermeyenlermiş. Ben içerikleri temiz olup en çok tercih ettiklerimden bahsedeceğim bu yazıda.  
La Naturel roll on en son aldığım içeriği temiz bir ürün. İlk sürdüğümde garip bir his bıraktı bende. Performans olarak fena değil. Ben çok terleyen biri değilim; ama yaz ayları için sanki çok yeterli gelmedi gibi. Bendeki lavanta kokulu olan. Gül ve  kokusuz olanı da tercih edilebilir. 
Bu markanın “La Natural Doğal Stick Deodarant” şeklinde bir ürünü daha var. Ben kullanmadım ama içerik olarak en temiziymiş. Alüminyum ve alüminyumun hiçbir türevini içermiyormuş. İsterseniz La Naturel’in kendi sitesinden ürünler hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilirsiniz.
Nuxe roll-onu seviyorum ama üzerinde %98 doğal içerik yazıyor; yani içerik olarak çok da masum değil. Bu yüzden mi bilmiyorum gün boyu daha etkili. Bunun kokusunu da çok seviyorum, pudra gibi kokuyor ve gerçekten terlesen bile kötü kokmuyorsun. Kıyafetlerde de hoş bir koku bırakıyor; ama içerik bakımından diğerlerine oranla biraz daha zararlı gibi. Yine de seviyorum. Almayayım diyorum; ama yine gidip alıyorum.
Sebamed ürünlerini genel olarak beğeniyorum. Sebamed roll-onu uzun süre kullandım. Hem içerik olarak temiz hem de gerçekten etkili.  “Fresh”  ve “lime” adıyla iki çeşidi var sanırım. Ben fresh olanı kullanıyorum. Sürerken kokusu belki biraz keskin gelebilir bazılarınıza; ama sürdükten sonra rahatsız edici bir yanı kalmıyor. Sebamed bittiği için şişesinin fotoğrafını koyamadım.
Kişisel temizliğimize daha çok dikkat edip deodarant, roll-on gibi ürünleri mümkün olduğu kadar az kullanmak en güzeli aslında. Çünkü bu ürünler her ne kadar içerik olarak temiz olsa da tam anlamıyla zararsız da değiller. Ama en azından özel günler ve acil durumlarda elimizin altında en masumlarından biri olsa fena olmaz diye düşünüyorum.
Ben Nuxe’un kokusunu; Sebamed’in de içeriğini, doğallığını seviyorum. La Naturel da içerik olarak temiz. Bir şans verilebilir diye düşünüyorum. Sizin önerebileceğiniz ürünler varsa yorumlar kısmına bekliyorum.


3 Kasım 2016 Perşembe

Maybelline Baby Lips Electro Lip Balm

Rujları ne kadar sevsem de dudak balmlarını (lip balm) daha çok kullandığımı fark ettim. Özellikle kış mevsiminde, dudaklarım çok çatlayıp kuruduğu için nemlendirme özelliği olan ürünleri daha çok tercih ediyorum. Bazen rujun altına, önce dudak balmını sürüp daha sonra ruj sürdüğüm oluyor.  

Niveanın dudak balmlarını seviyorum; ama yenilik yapmak istedim ve Maybelline'nin baby lips electro balmını aldım. Nemlendirmesi çok güzel, hatta Nivea’nınkinden daha iyi nemlendiriyor diyebilirim.  Bendeki “strike a rose” rengi, pembe tonlarında. Bazen, akşam yatmadan önce sürüyorum ve sabaha kuru dudaklarımı nemlendirdiğini fark edebiliyorum. Çok kullanmamama rağmen, bir o kadar da bereketli.  Ben bunu internet sitesinden çok uygun fiyata almıştım.

Özellikle kış aylarında kuru ve çatlamış dudaklar için kurtarıcı bence. Ayrıca bir ruj kadar kalıcı olmasa da lip balm için yeteri kadar kalıcı olduğunu düşünüyorum. En azından bir şey yiyip içmediğiniz sürece ;) Şahsen ben, bittiğinde rengi ve nemlendirmesi için tekrar alabilirim diye düşünüyorum.

2 Kasım 2016 Çarşamba

Jopel Red Parfüm

Merhaba! Belki size garip gelebilir ama canım çok sıkılınca kafamı dağıtmak için bende bir parfüm merakı başlar ya da saç renklerine merak sararım. Aslında alerjik bir bünyem var. Her parfümü kullanamam. Bazı parfümler baş ağrısı yapar, alerjimi tetikler. Bu yüzden hafif kokuları tercih ederim. Hafif ama farkedilir yani beni rahatsız etmesin ama duyulsun, güzel olsun. Tabi kimseyi, yani benim gibi alerjik bünyeleri rahatsız edecek kadar da ağır olmasın.

Geçenlerde yine canım fena halde sıkkındı. Sağ olsun komşumuz huncalife kataloğu verdi bana, baktım parfümler de var. “Testerları varsa denemek için alabilir miyim?” dedim. Hem kataloğu hem testerları verdi. En çok “Jopel red” parfümünü beğendim. Hafif ama güzel bir koku. İçinde inci çiçeği, vanilya falan varmış. Ben çok tarif edemem kokuları ama çiçeksi, güzel ve yazlık bir koku. Bu parfümün şişesini de çok sevdim. Parfümün şişesi, kırmızı bir elbise giymiş, şık bir bayan şeklinde tasarlanmış. Belindeki fiyonklu kemer de ayrı bir zariflik katıyor doğrusu. Ben bu şişeyi Moschino’nun cheap and chic parfüm şişesine benzettim. Hani şu “safinaz” da dediklerine. Ama bunun şişesi onunkinden daha güzel ve daha zarif bence. Koku olarak da benziyor mudur derseniz bilmiyorum; çünkü moschinonun parfümünü kullanmadım. Yani kokusu hakkında bilgim yok. Aslında moschino cheap and chic parfüm şişesi daha önce dikkatimi çekmişti, ama almak kısmet olmadı. Bir gün kullanırsam onunla ilgili de bir şeyler yazmak isterim. Bu arada jopel red’in Jopel purple da var yani mor renklisi. Tasarımı aynı, koku farklı. Ancak testerı olmadığı için kokusu hakkında yorum yapamayacağım.

Ben bu parfümü sevdim. Ne baş ağrısı ne hapşırma var. İyi anlaşıyoruz yani. Tek eksi yönü; kalıcı olmaması.  Hafif bir koku olduğu için sanırım; belki de edt olduğu için çabuk uçuyor. Günde birkaç kez tazelemeniz gerekiyor. Ben indirimdeyken aldım. Fiyatı, şişesi, kokusu için bence alınır. Özellikle hafif koku sevenler bir şans vermeli. Haydi kalın sağlıcakla.


31 Ekim 2016 Pazartesi

Paşa Lokumu

Merhaba! Çocuklarla mutfağa girmek keyifli oluyor. Onların küçücük ellerinden bir şeyler yemek bana iyi geliyor. Yaz tatilinde, izin günlerinde ve hafta sonları mümkün olduğu kadar daha güzel yemekler yapmaya; yanına da kek, kurabiye gibi tatlı bir şeyler yapmaya özen gösteriyorum.  Yazın fırında pişmeyen, soğuk ve sütlü tatlıları tercih ediyoruz. Hem daha hafif oluyor hem de insanı serinletiyor. Bu yüzden yaz aylarında çocuklarla ilk tercihimiz “paşa lokumu” oluyor. Bu hafta sonu da yapımı kolay ve lezzetli olan paşa lokumunu yaptık minik kuzularımla. Sonrasında bloğumuzda da paylaşmaya karar verdik bu pratik ama lezzetli sütlü tatlı tarifimizi.
            Malzemeler:   1 litre süt
                                   1 su bardağı un
                                   1 su bardağı şeker
                                   1 paket vanilya
                                   1 bardak süt
                                   1 paket kremşanti
                                   Ceviz, damla çikolata
                                   Hindistan cevizi
           Yapılışı: Bir tencerenin içine bir litre süt, un, şeker ve vanilyayı koyuyoruz ve orta ateşte sürekli karıştırıyoruz. Krema kıvamına gelince altını kapatıyoruz ve 2-3 dakika mikserle çırpıyoruz.
Diğer yanda hazırladığımız karışımı dökeceğimiz dikdörtgen borcamı soğuk suyla ıslatıyoruz ve her tarafına hindistancevizi serpiştiriyoruz. Bu işlemi, dökeceğimiz harcın yapışmaması için yapıyoruz. Vakit kaybetmeden karışımı, soğuk suyla ıslatılıp hindistancevizi serpiştirilen borcamın her yerine eşit olacak şekilde döküyoruz.
Oda sıcaklığında bekletiyoruz. Başka bir kapta kremşanti ve sütü mikserle karıştırıyoruz ve soğuyan karışımın üstüne sürüyoruz.
Daha sonra da buzlukta bir saat bekletiyoruz. Buzluktan çıkardığımızda dikdörtgen ya da kare olacak şekilde kesiyoruz. (Ben büyük kareler şeklinde kesiyorum ve 12 tane çıkıyor.)
Her karenin içine dövülmüş ya da kesilmiş ceviz ve çoko damla koyup ikiye katlıyoruz. Böylece rulo görünümü elde etmiş oluyoruz. Tercihe göre ceviz yerine fındık da koyabilirsiniz. Üstünü hindistan cevizi ya da toz antepfıstığıyla süsleyebilirsiniz.

Süsleme kısmı sizin tercihinize ve yaratıcılığınıza göre değişebilir. Ben bazen krema kısmına kakao ekliyorum ya da krem şanti yerine çikolata sosu kullanabiliyorum. Böylece farklı görüntülerde ve tatlarda paşa lokumları hazırlamış oluyorum. Yeni tariflerde buluşmak dileğiyle. Afiyet, bal şeker olsun hepinize.

30 Ekim 2016 Pazar

KUMKURDU



Merhaba! Çocuklar için kitap seçerken epey bir araştırma yapıyorum ve aldığım kitapları önce kendim okumaya gayret ediyorum. Böylece hem kitapların onların dünyasına uygun olup olmadığından emin oluyorum hem de birlikte kitabın kritiğini yapma fırsatı bulup onlar üzerindeki etkisini öğrenmiş oluyorum. Kumkurdunu da diğer birçok kitabımız gibi tavsiyeler ve araştırmalar neticesinde kitaplığımıza dahil ettik.


İsveçli yazar Asa Lind tarafından yazılan kitap Khristina Digman tarafından resimlenmiş, Ali Arda tarafından Türkçe’ye çevrilmiş. Pegasus yayınlarından çıkan kitap 102 sayfadan oluşuyor. Kitabın ismi kadar kitabın kapağı ve üstündeki resim de hemen dikkati çekiyor. Kemal ve Cemal'in kitabı gördüklerindeki (okumadan önce) ilk tepkisi “Anne! Kumkurdu diye bir şey var mı? Ne olur anne bize de bir kumkurdu alır mısın?” olmuştu:) Kitabın akıcı, sade ve şiirsel bir dili var. Bunda çevirinin de payı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca kitabın yazı puntosu da çocuklara uygun olarak basılmış. Bütün bunlar kitabın oldukça kolay okunmasını sağlıyor.

Kitap, küçük bir kız çocuğu olan Zackarina ile Kumkurdunun dostluğunu anlatıyor. Ancak bu müthiş dostluğun yanı sıra kitabın her bölümünde çok güzel mesajlar da veriliyor. Bu kitabı yetişkinlerin de okuması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu kitapta, çocuklara anlatamayız dediğimiz birçok şeyin, aslında çocuklara anlatılabileceğini ve olaylara çocukların gözünden bakmayı öğreniyoruz. Ayrıca, biz yetişkinlere içindeki çocuğu ve çocukluğunu hatırlatıyor bu kitap. Ben, kitabı okurken kendi çocukluğuma gittim birçok bölümde. Zaman zaman gülümsedim zaman zaman gözlerim doldu. Zackarina’nın yerinde olmak ve kumkurduyla tanışmak istedim. Kumkurduyla tanışmanın büyük bir şans olduğunu düşündüm. Kemal ve Cemal de benzer şeyler düşünmüş olmalı ki kitabı ikinci kez, sıkılmadan ve bir solukta okudular.


Biz, bu kitabı çok sevdik. “Daha Fazla Kumkurdu” hatta “Daha da Fazla Kumkurdu”nu biran önce alıp okumak istiyoruz ve kitabı şiddetle tavsiye ediyoruz.  Şimdilik hoşça kalın. Keyifli okumalar!

27 Ekim 2016 Perşembe

Babam Okulun En Çalışkanı



Çocuklara aldığım kitapları önce kendim okumaya çalışıyorum ama bazen fırsat bulamıyorum. “Babam Okulun En Çalışkanı” kitabında da böyle oldu. İsabetli olmuş; çünkü çocuklar bu kitabı çok hızlı ve severek okudular. Hatta aradan biraz zaman geçince tekrar (ikinci kez) okudular. Bu sefer ben de merak ettim ve kitabı okumak için şartlarımı zorladım. Hakikaten de okuyunca onlara hak verdim.

Kitap, roman türünde ama kitabın iç kapağında kitabın isminin hemen altında  “fen bilimleri 1 canlılar ve hayat” yazıyor. Bu kitap, bir romandan fazlasına sahip. Bir roman kurgusu içinde fen bilimleriyle ilgili bilgileri de çok rahat bulabiliyorsunuz. Böylece bu bilgiler ezber bilgilerden çok, bir olayın içinde geçerek kalıcılığını arttırmış oluyor. Kitabın kahramanı Bertan adında bir çocuk.  Bertan bilgisayara merakı olan, bilgisayar oyunlarını çok seven bir çocuk.  Ancak okulda tembel bir öğrenci. Her şey, Bertan’ın babasının okula gidip oğlunun başarısız olduğunu öğrenmesiyle başlıyor. Bertan’ın en kolay bilgileri bile öğrenemediğini duyan baba (Cem Bey) bu durumu kabullenemiyor. Baba ve oğul arasındaki konuşmanın sonunda ikisinin birbirinin yerine geçmek istemesiyle (senin yerinde olsam hiç sıkılmazdım cümlesiyle) bir gecede her şey değişiyor. Sabah uyandıklarında birbirlerinin bedeninde olduklarını fark ettikleri an, aslında birbirlerini daha iyi anlayacakları bir sürecin de başlangıcı oluyor.

Kitap’ta Bertan’a çok benzeyen bir başka çocuk da Remzi. Remzi’nin babası Kütük Rüstem ve şoförleri Şemsi de olayın başka bir boyutunu oluşturuyor.  Kitabın kurgusunda yer alan bedende yer değiştirme motifi çok sıradan olsa da içinde yer alan fen bilimleriyle ilgili bilgilerin çocukların anlayacağı ve seveceği şekilde kurgulanması yönüyle gayet başarılı. Çocuklar eğlenerek bu bilgileri öğreniyor ve bence kolay kolay da unutmuyor.  Kitapta verilen temel mesaj ise “öğrenebileceğine inanan her birey öğrenebilir” hem de bir bilgi çipine ihtiyaç duymadan.

Kemal ve Cemal, bu kitabın fen bilgisi derslerine katkısının çok büyük olduğunu söylediler. Öğretmenleri sorduğunda birçok şeyi biliyorlarmış bu kitap sayesinde. Çok mutlu oldum. Bir veli, bir öğretmen ve bir anne olarak yazarına teşekkürlerimi sunuyorum. Çocuklar, Toprak Işık’ın diğer kitaplarını da merak ettiklerini söylediler. Çocuklar istekli biz de memnun olduğumuza göre yazarın diğer kitaplarını en kısa zamanda temin edip yorumlarımı sizlerle de buradan paylaşacağım. Haydi kalın sağlıcakla :) 

26 Ekim 2016 Çarşamba




Merhaba!

Çok yakında yeni içeriklerle sizinle olacağım. 

Bu blogda hayata dair ne varsa bulabilirsiniz.

Yeni yazılarda görüşmek üzere.

Şimdilik hoşça kalın.